17 Şubat 2018 Cumartesi

Üç Nokta

Simge Cesur
Gaib olmuş yaşantıların sınırında sınırsızca uçan martılar kadar açtık yaşanmamış günlerimize. Dalgalanan, köpürüp kabaran çalkantılı sular kadar hırçın, savruk ve kendimize münhasır idik. Güzel olmasını yaşanası olmasını umut ederek beklediğimiz geleceğimizi beklerken unutuyorduk ne için beklediğimizi.
Günler eksildikçe daha bir acıtıcı oluyor geçmiş. Takvimin sayfaları eksilirken aksine yaşımız, yaşantımız deneyimimiz, acemiliklerimiz ve tabii sorumluluklarımız artıyordu. Ucunu hatırlamadığımız başlangıcımızın doğruluğunu onaylarken hiç sorgusuz kabulleniyoruz çünkü inanıyoruz. Ve inanıyoruz ki bekleyen mutluluk hep bekleyecek. Avutacağız elbet, elbet sırtımızı sıvazlayan olacak ve bu kendimiz dahi olsak kabulleneceğiz böyle olmadığını. Olmayanı olmuş kabul ettiğimizde bitecek varoluş amacımız. Ve yine varoluş amacımız bittiğinde açılacak karanlık ve dar sokaklar açılan kapı. Mum ışığında okuduğumuz kitaplardan öğreneceğiz harfleri tek tek. Tek tek düşüneceğiz. Ve pencereden giren asi rüzgar savuracak düşüncelerimizi. Ocaktaki çay demlenmeden  ateş sönecek ve demini almamış hikayelerimiz başlayacak. Bir odun çırasından öğreneceğiz etrafımıza ışık saçmayı ve ışık saçarken yüreğimizin soğuk zeminine serilen halıyı yakacağımızı. Duvardaki yarı gülümseyen insanlardan öğrenirken gülmenin sadece bir poz olduğunu, sokakta gülerek mendil satan bir çocuktan ise ağlamanın bacasından hüzün sızdıran yağmur damlası olduğunu anlayacağız. Bacadan sızan is minderin yüzünü kirletirken anlıyoruz kalbimizin ısındığı düşüncelerinde bu denli lekeli olduğunu. Günahlarımızı örtmeye çalışırken anlamazlık peşinde koşuyorduk. Günahlarımızı ancak yeni bir günahla kapatabiliyoruz. Masumluk, saflık ve temizlik insanlara ait özellikler olmaktan çıkmış. Çocuklar, çocuklar değerler biçilmeye başlanan objeler olmuştu. Çocuklar diyorum bunca sözden sonra değinilecek en güzel ve acı konu. Bir ülkenin çocukları hangi nitelikte ise bu o ülkenin niteliğini belli eder. Düşünelim bir kendi ülkemizi. Ben sokağa çıktığımda mendil satan çocuklar görüyorum ki hiç biri bu mendillerle gözyaşlarını silemez. Ben sokağa çıktığımda gofret satan çocuklar görüyorum ki hiç biri kendi karnını doyuramaz. Ben sokağa çıktığımda öyle çocuklar görüyorum ki yanındakini babası sanıyorum.
Bu cümlelerden sonra insan diyecek bir şey bulamıyor. Yazacak, eleştirecek, değerlendirilecek onca konu varken çocukların konumu insanın yüreğinde, aklında inanılmaz, inanılması güç yaralar açıyor. Çığlıklar yerini sükuta bırakıyor. Ve biliyoruz ki bu ülkede hikayesi değil bunlar hikaye olmaktan çıkmış destansı, inanılması güç, kaynağını insanlardan, savaşlardan alan yaşantılar olup çıkıyor. Her bir çocuk yaşayan bir destansı kahramanı. Her bir bilinçsiz anne-baba ise beden satıcısı. Dünyanın en adi mesleğini yapan ana babalar. Ve bu kişilere durak vermeyen konar göçerler. Düşünceden düşünceye geçerken anlayacaksınız sizin gibilerin fikrinin ancak gün aydınlığında değersiz olacağını. Ülke üç tarafı karanlıklarla çevrilmiş durumda. Dalgalar kumları sürüklemiyor sahile, dalgalar karanlık meltemleri getiriyor. En asil kabul edilen renk apartman yığınları arasından sızıyor medeniyete. Medeniyet ıssız bir parkta rüzgarın salladığı boş salıncak gibi sallanıyor. Salıncakların çocuklara, çocukların medeniyete ihtiyacı var. Kirli kalplerin, umudu olmayanların, dünyanın, hayvanların her şeyin çocuklara ihtiyacı var. Çocukların ise kahkahalara...