Her şey bir düzen içerisindeyken, devam eder döngü... Bizlere emanet bırakılan bedenlerimiz döngüye eşlik eder. Kıpkırmızı kanlarımız sıkılmadan dolaşmaya, kalbimiz bir an bile durmadan devam eder atmaya.
Döngülerin
şehri olan ya yeryüzü; toprağına eşlik eden tohumlar, bir sabah patlamaya yüz
tutup o muazzam sanatın sanatçısı; çiçeklerine, meyvelerine ayrı renk katacak.
Ümit olacak kuşlara, böceklere, insanlara… Ya denizler, ovalar her zaman ki
gibi ihtişamlı dalgalarıyla görenleri düşünmeye, bakanlara ayrı bir manzara
katacak… Evvela bulutlar; maviye sevdalı
insanlar için şiirlerine ilham, yüreklerine inşirah verecektir, bilhassa
Zarifoğlu’nun “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha
çabuk kirlenir.” Sözüne binaen; paslanmış kalplere adeta zemzem suyu ile
yıkarcasına naiflik verecektir... Bu güzelliklerin yanı sıra yeniden o yemyeşil
huzur veren ağaçların dallarındaki kuşlar, her günkü gibi yavrularına yem getirip doyuracaktı. Kutsal kitapta yazıldığı “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak
kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır” ayetinde bahşedildiği gibi her
gün kendisine inanan, inanmayan her kuluna rızık verdiği bir gerçek ortadaydı.
Peki,
o yer altının, ufukları zorlayan ihtişamlı görünümü… Adeta ufuklarımızı genişletiyordu.
Sanki sesleniyordu dalgalar ‘bizler Yaradan’ın sanatıyız’ diye… Ya kendisi
olmadan yaşayamayacağımız suyun içerisinde olan mucizelere ne demeli? Öyle bir
hayret kalınacak bir durum ki nereden bilecektik suyun bir hafızası olduğunu?
Zamanında Japon bilim adamların yaptığı deneyde bir bardak suya güzel hoş sevgi
sözleri söyleyip, mikroskopla incelendiğinde moleküllerin düzenli bir hale
gelmesi ve bu durumun aksine diğer bir bardağa kötü sözler söyleyip
moleküllerin darmadağın bir görüntü elde etmesi… Deney adeta hakikati
haykırıyordu kanıtlarla. Boşa söylememişti Allah Rasulu(sav)’nun suyu; Besmele
ile oturarak 3 yudumla içileceğini.
Bunca
mucizelere gebe olan evrende bu kadar düzenin birbirini takipedişi kimin işi
idi? Sınırsız bir evrende, bu kadar sayısız yaratılışların bizlere sunulması
karşılığında; Yaradan kendisine 5 vakit zaman ayırmamızı istiyor. Bilhassa
secde ederken bile ruh ve beden adeta yeniden diriliyor ve “iste” diyor, bunca
tefekkürün ardından “İste ki vereyim” halbuki bu kadar az şükrediyorken...
Velhasıl
kelam, sırların sırrı tefekkürde gizli idi görüp düşünmesini bilene… Çünkü
tefekkür sınırlandırılmamış ibadetti. Çünkü tefekkürde bulunmak, akıl nimetinin
şükrüdür; tefekkürün zirvesi ise acziyetimizin itirafıdır. O halde tefekkürle
kalın.