Günümüzde
birçok ülke kendi içinde dili, dini, ırkı, kültürü farklı azınlık gruplar
barındırmaktadır. Bu durum 20. yüzyılda ulus devletlerinin meydana gelmesi
sürecinin doğal bir sonucudur. Bazı ülkeler içerisindeki azınlıkların haklarını
teminat altına alırken Çin gibi bazı ülkeler azınlıkları tanımamakta ve
haklarını ihlal etmektedir.
BM
azınlıklarla ilgili birtakım çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar sonucu ortaya
koyduğu sözleşmelerin bir kısmına Çin de imza atmış olmasına rağmen Uygur
Türkleri’ne yönelik ayrımcılık politikasını devam ettirmektedir. Diğer bazı
etnik azınlıkların yaşadığı bölgelere özerklik vermesine rağmen Doğu
Türkistan’a karşı farklı tavır takınmaktadır.
Doğu
Türkistan Türklerin en eski yerleşim alanlarından biridir. Tarih boyunca
Rusya-Çin kıskacında sıkışıp bağımsızlık mücadelesi vermiş, insan haklarına
sığmayan zulümler görmüştür. Doğu Türkistan haritasına baktığımızda Çin’in tüm
topraklarının beşte biri büyüklüktedir. Tarihte bu coğrafyaya İskitler, Hunlar,
Tabgaçlar ve Göktürklerden sonra Uygurlar yerleşmişlerdir. Doğu Türkistan
Şehname’ye göre milattan önceki dönemlerde Türklerin yaşadıkları toprak
anlamına gelen Turan olarak adlandırılmış, milattan sonra 7. yüzyıldan
sonraları bu ad Arap ve Fars kaynaklarında Türkistan olarak geçmeye
başlamıştır. Marco Polo’nun seyahatnamesinde Doğu Türkistan bölgesine ‘‘Büyük
Türkiye’’ denmiştir.[1]
Türkistan’ın batı kısmının 19. yüzyılda Ruslar tarafından işgaliyle buraya Batı
Türkistan, doğuda kalan kısmına Doğu Türkistan, bugünkü Afganistan’ın kuzeyinde
kalan kısmına ise Güney Türkistan denmiştir. Birleştiğinde büyüyen ve güçlenen
bir birleşik Türkistan meydana gelebileceğinden korkan Rusya ve Çin işbirliği
yaparak bölgeyi böl, parçala, yönet taktiği ile zaptetmişlerdir.
İslamiyet’in
11-12. yüzyıllarda Doğu Türkistan’da yayılmasından sonra bölge Moğol, 14.
yüzyıl sonunda ise Timur akınlarına uğramıştır. 1750 yılında başlayan Çin
istilası 1862 yılına dek sürmüştür. Bu tarihler arasında 42 isyan hareketi
olmuş, bu isyanlar sonucu 1863 yılında Mehmet Yakup Bey devlet kurmayı
başarmıştır. Bu süreçte Yakup Bey Abdülaziz ve II. Abdülhamid’den yardım
istemiş ve destek görmüştür. Yakup Bey’in 1877’de vefat etmesi ile Çin tekrar
Doğu Türkistan’a saldırmıştır.
1933
yılında ayaklanmalar sonucu Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, 1944 yılında ise
Şarki Türkistan Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu iki devletin kurulma aşamasında
Rusya Uygurları desteklemiş ancak bir süre sonra kendi hakimiyeti altındaki
Türk boylarının bu bağımsızlık hareketinden etkileneceği korkusuyla Uygurlardan
desteğini çekip Çin’in yanında olmuş ve bu iki devlet de kısa sürede
yıkılmıştır. 1949 yılına gelindiğinde kızıl komünist Mao Çin’e hakim olmuştur.
Doğu Türkistan’daki Çin birlikleri Mao’ya bağlılıklarını bildirmiş ve oldu
bittiye getirilerek Doğu Türkistan tekrar Çin hakimiyetine girmiştir.
Bugün
Çin, işgal ettiği Doğu Türkistan topraklarında insan haklarını ihlal ederek,
dünyanın gözü önünde Uygur Türkleri’ne zulmetmektedir. Dil, din, eğitim, kültür
ekonomi ve sosyal hayat alanlarında sürekli bir politik asimilasyon
gerçekleştirmektedir.
Çin,
otuz yılda dört kez Uygurların alfabesini değiştirmiştir. Önce Çin alfabesini
zorunlu kılmıştır. Sonra Uygur-Arap alfabesini Kiril alfabesine çevirmiştir.
Kiril alfabesini kullanan Batı Türkistan Türkleri ile Uygurlar arasında
iletişim kurulmasını istemediğinden bir süre sonra Latin alfabesi zorunluluğu
getirmiştir. Bu kez de Türkiye Türkleri ile kültür köprüsü kurulmasından korkan
Çin, tekrar Uygur-Arap alfabesini kabul etmiştir.
Yine
Çinlilerin hazımsızlık yaşadığı bir diğer önemli konu da İslamiyet’tir.
Müslüman Uygur Türkleri bilinçli bir devlet politikasıyla ateist bir toplum
haline getirilmeye çalışılmaktadır. İslamiyet ile ilgili hiçbir eyleme tahammül
edemeyen kızıl Çin, İslamiyet’i öğrenen, öğreten, namaz kılan, kuran okuyan,
oruç tutan herkesi cezalandırmaktadır. Binlerce Uygur Türk’ü toplama
kamplarında ağır şartlarda çalıştırılmaktadır. Tüm bu yıldırma politikalarına karşı
çıkan hocalar, alimler, yazarlar, sanatçılar tutuklanmakta, acımasız
işkencelere maruz kalmaktadır.
Geçtiğimiz
günlerde Çin hapishanesinde şehit edilen Uygur Alim Muhammed Salih de onlardan
yalnızca biridir. Muhammed Salih 1936’da Doğu Türkistan’ın Artuş şehrinde
doğmuştur. Ömrünü ilim öğrenerek geçiren Muhammed Salih Doğu Türkistan’ın önde
gelen ilahiyatçı ve tefsircilerindendi. Kendisi Çin’in izni ile Kur’an-ı Kerim
ve hadis kitabı olan Riyazüs Salihin’i ilk kez Uygur Türkçesi’ne çevirmiştir.
Salih’in tefsir ettiği Uygur Türkçesi’ndeki Kur’an 1986’da basılmıştır.
Çin’de
2016 yılında Doğu Türkistan’a atanan Chen Quanguo, göreve geldiği günden beri
Uygurlar arasında tanınan akademisyen, sanatkar ve yazarlara tutuklama
kampanyası başlatmıştır. Türkiye’de de ünlü olan Abdürehim Heyit de bu politika
sonucu tutuklanmıştır.[2]
82
yaşındaki alim kızı araştırmacı yazar Nezire Muhammed Salih ile birlikte
tutuklanmıştır. 45 gün sonra 24 Ocak 2018 günü ise katil Çin tarafından
öldürülmüştür. Öldürülme nedeni elbette ki Uygurlara ve İslam’a hizmet
etmesidir.
Yaşanan
bu son acı olayın ardından, 9 Şubat Cuma günü Japonya’da, Dünya Uygur Kongresi
Genel Başkanı Rabiya Kadir önderliğinde, Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Doğu
Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk ve dava
arkadaşlarının katılımıyla Japon Parlamenterlerle 2 saatlik toplantı
gerçekleştirilmiştir. Japonya Özgür Demokrasi Partisi Meclis İdare Amiri Furuya
Keici, Başbakan baş danışmanı Eto Seyici ve 12 milletvekilinin katıldığı bir
toplantı gerçekleştirilmiştir. Uygur Heyeti’nin teklifi üzerine, başbakan Şinzo
Abe’nin baş danışmanı Eto Seyici ve milletvekilleri şu kararları almışlardır:
1. Japonya Parlamentosu Uygur
Dostluk Grubu’na üye 30 milletvekili ile birlikte Çin’in Doğu Türkistan’daki
toplama kamplarını kapatması için beyanat ilan edilmesi
2. Çin’in Doğu Türkistan’daki
uluslararası hukuk ihlalleri ve işkence katliamlarının araştırılması için
bağımsız gözlemci heyeti gönderilmesi
3. Dostluk Grubu’na üye sayısının
artırılması
Daha
sonra Japonya Uygur Birliği Teşkilatı’nın düzenlediği organizasyonla Tokyo’da
300 kişinin katılımıyla Çin İşgalindeki Doğu Türkistan konulu konferans
düzenlenmiştir. Toplantıda; Uygur milli hareketinin lideri Rabiya Kadir
katılımcılara, Çin’in yayılmacı politikalarının Uygurlar üzerindeki etkisinden,
toplama kampları ve hapishanelerde bir milyondan fazla Uygur Türk’ünün işkence gördüğünden,
kardeş aile projesi ile her Uygur’un evine bir Çinli erkek yerleştirildiğinden,
Türkistan’a olan Çinli göçlerinden söz etmiştir. Cezaevlerinde katledilen
Uygurların cenazelerinin ailelerine verilmeyip organ mafyalarınca ticaretinin
yapılmasından ve buna benzer pek çok insan hakları ihlali yapılmasından
bahsetmiştir. [3]
Hapishanelerdeki
Uygur soydaşlarımızın hayatından endişe ediyor, bir an önce özgürlüklerine
kavuşmaları için dua ediyoruz. Eğer bir gün bizi kurtarıcı olarak görüp dört
gözle bekleyen Uygur Türk’üne yardıma gidebilirsek bize diyeceği şu olacaktır:
‘‘Geleceğini biliyordum.’’
[1]
Alimcan İnayet, ‘‘Bir Medeniyet Havzası Olarak Doğu Türkistan’’, Hür Doğu
Türkistan Sempozyumu, 2010.
[3]
Dünya Uygur Kongresi
Genel Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı
Seyit TÜMTÜRK