Sitare Vüsal
Akşamüstü… Havalar açılmaya başladı, yazgirdi girecek, hüzün bulutlarının gitmesini bekliyor. Yine yerimi almışım, cam kenarındayım. Yuvamı, bahçemi seyre dalmışım. Yeni yeni gelen misafir kuşların kanat çırpışı, bizim güvercinlerin buruk sevinçleri, kimsesiz bahçem gözümden kaçmıyor.. Cam kenarındaki koltuk artık dert ortağım oldu. Aradabir kafamı sola çevirip pusette uykunun kollarında sallanan bulbul seslime bakıyorum; Bilalime..
Akşamüstü… Havalar açılmaya başladı, yazgirdi girecek, hüzün bulutlarının gitmesini bekliyor. Yine yerimi almışım, cam kenarındayım. Yuvamı, bahçemi seyre dalmışım. Yeni yeni gelen misafir kuşların kanat çırpışı, bizim güvercinlerin buruk sevinçleri, kimsesiz bahçem gözümden kaçmıyor.. Cam kenarındaki koltuk artık dert ortağım oldu. Aradabir kafamı sola çevirip pusette uykunun kollarında sallanan bulbul seslime bakıyorum; Bilalime..
Çakırımdan sonraki küçük adamıma. Beni yalnızlık denen o
girdapta tekbaşıma koymayan küçücük Bilalime. Askerdeki yüreğimden open Bilalime.. Otuz üçüncü günüm, evimin duvarları
gittikçe daha da kimsesiz kokuyor. Yürek eksik, adam eksik, huzur eksik. Birtek
Bilalimin girdiği ortamlar az da olsa huzur kokuyor o kadar.
Elime
almışım yine kaderimi; kalemimi. Defterim ve kalemim askerdeki yüreğime yazar oldu
bu aralar. Kalemim ondan başkasını duymaz oldu, defterimse körkesildi, tıpkı benim
onsuz nefesim kesildiği gibi. Her gittiğimde avuçladığım toprak onun benim için
aldığı kavonozda saklı. Kalbimi saklar gibi koruyorum onu. Bazenen bitkin,
sönük olduğum zamanlar açıyorum kavonozu. Burnumu sökercesine içimeçekiyorum toprağın
yüreğimdeki kokusunu. Bazen o toprak umut kokuyor, bazen huzur, bazen yalnızlık.
Bu
günlerde hiç kimse yalnız koymuyor beni. Yalnız değilim, ama kimse de sen değil,
kalbim.
Akşam
olduğunda ev bana kalıyor. Seviyorum akşam yalnızlığını. Oğlumla birlikte sabaha
onsuz açtığımız gözlerimiz acıyor olabilir , ama biz ana oğul bu duyguyu bile
seviyoruz işte. Her akşam onu özleyerek sabahlamak kolonya gibi bir şey. Bazen geceleri
kötü rüyalar görüyorum. Onunlayken görmediğim kadar kabuslarla uyanıyorum kimsesiz
gecelere. Uyku tutmuyor sonra. Koşuyorum, koşuyorum Kuranıma. Sarılıyorum,
Bilalime sarıldığım gibi.
Umudum
her daim yalnızca Rabbime. Ondan geldim, ona gideceğim. Huzursuz eden Oysa,
huzuru verende o. Ne umutlarla döşedeğim yuvamda artıkhuzurun kırıntısı bile
yokken, Rabbimin emirlerinde huzur bulur oldum. Hep kıldığım namaz kimsesizken,
acıyorken şu askerdeki kalbim daha da tatlı gelmeye başladı. Belki de hep kıldığım
namazın artık kurtarıcım olduğunu anladığımdandır. O gittiğinden beri yüzüm gerçekten
gülmez oldu. Birtek Bilali yatağımda Kuranla oyalanırken bulunca hissediyorum tebessüm
sıcaklığını. Gözlerimi böyle bir manzaraya açarken hemen hemen her günAllaha
şükür etmemin ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. Küçücük çocuk askerdeki yüreğimi
yumşaltıyor, birde üstüne ‘Hadi
anne, hadi şükür namazına kalk!’ diyor gibi. Önce üç aylık cennet bülbülüme
bakıyorum, şaşırıyorum. Üç aylık çocuk namazdan niyazdan haberdar gibi
hissettirince fal taşı gibi açılıyor hep yalnızlığa, özleme kapanan gözlerim.
Ama sonra onu duyduğum o ilk günler aklıma geliyor. Biz ki küçük adamımın
haberini cennetteyken almıştık. Rabbimin huzurlu evinde huzur bulmuşken, birde
mutluluk kazanmıştık. Biz ki Peygamberimizin sünnetini yerine getirirken birde
Umreye gitmiş, üstüne Rabbin hediyesini almıştık. Bahşetmişti onu bize Yaratan.
Anne baba duygusunu huzurun içinde vermişti Rabbim. Bilal küçücük bedeniyle
bizim için dünyaları da gezsek, bulamayacağımız bir mutluluktu ve o mutluluk şu
an yanı başımdaydı. Bilal ilk Umredeyken, Rabbimizin evindeyken düşmüştü
aklıma. Bir annenin ‘Bilal!’ diye seslenişiyle göz pınarlarım dolmuş
yüreğimdeki o hayal dışarıya akmıştı. Orada, sessizce yalvarmıştım Rabbime;
bana bülbül sesli bir Bilal versin diye.
Huzurun kollarındayken sonradan gelen huzur daha
tatlı oluyormuş meğer. ‘ Mutluluktan uçuyorum. ‘ tabirine birde ‘ Huzurluyken
huzura boğulmak’ eklenmeliydi. Huzura boğulmak, hayatı boyunca hissetmediğin o
huzuru en güzel yerde bulmak, içine girip çıkamamak ve ya çıkmak istememek.
Cennete düşmeden kırıntılarını görmek. Rabbim işte böyle adaletli derken
hissettiklerim buydu. Anlatmak isteyipte
kelimeler bulamadığım o his buydu. Bilal bize Rabbin evinden gelen bir
hediyeydi. Bunları düşündükçe tüm o şaşırmalarım bir balon gibi uzay boşluğuna
uçuyordu. Anne olunca şaşırmalarım gidiveriyordu yukarılara. Bilal içimde öyle
büyüktü ki benim tüm olmazlarımı yok etmişti. Anneydim ben ve onun sayesinde
insanlardan farklı bir ün kazanmış, bütün müslümanların uğruna yanıp
tutuştukları o cennet ayağımın altına serilmişti. Anneydim ben; bir ağırlık
gelmişti, ama deliliyim, hırçınlığım, gelgitlerim, çocukluğum, gençliğim,
sevdam çıkmamıştı canımdan.
Askerdeki yüreğime son satırları yazarken hafif
kımıldanmıştı yavrum. Elşen gittikten sonra evde yalnız olduğumdan her
tıkırtıyı hisseder olmuştum, hele de bu Bilalse.
Mektubu kapadım ona vermenin heyecanıyla titreyen,
onun sevdasına batmış parmaklarımla. Çevirdim arkasını yine aynı kelimeleri
mırıldandı kalbim elimde aynı satırları yazarken; “ Kime? Askerdeki yüreğime.
Kimden? Çakırın Yıldızı. “
Son olarak imzamla tarihi de kazıdıktan sonra
hiçbir boyaya değmemiş, hasretten yanmış, sevdadan çatlamış dudaklarımı tam
‘kime’ diye yazdığım yere kitledim. Mührümü de vurup kenara koydum yüreğimin
davasını. Kalktım ayağa usulca, çıplak ayaklarım parkenin üzerinde gezindikçe
sesler çıkarıyordu. Üzerimdeki kolsuz, gül kırmızısı renginde topuğa kadar
uzanan uçuş uçuş elbisem yüreğimdeki acıya maskeydi. Mavi tulum giymiş oğlumu
besmele çekerek kucağıma aldım. Evi ne çok soğuk, ne de çok sıcak tuttuğumdan
pusetin başından astığım ince battaniyesini üzerine örttüm. Kısık sesle hazin
bir ninni mırıldanırken hasretlik dudaklarım, uyanmasın diye kollarım kayık
misali sallanırken, ağır adımlarım yardım ediyordu onlara sanki. Odasında
uyurdu hep, ama bazen yanıma alırdım oğlumu. O bazenler onsuz duvarların
üzerime üzerime geldiği zamanlardı galiba. Dilimden hiç bıkmadığım ninniyle
yatırdım bülbül seslimi. Bir telsizi baş ucuna bıraktım ve diğerini aldım
elime.
Geçtim ibadet odamıza. İbadet odamız hemen yatak
odamızla Bilalin odasının ortasındaydı. Yatak odamdan bir kapı açılıyordu
ibadet odamıza. İkindi vakti tam on iki dakikaydı gireli. Gecikmesin diye
hızlıca namaz kiyafetlerimi giydim ve seccademi serdim hemen hemen her gün
gözyaşlarımla yıkadığım döşemenin üzerine. Birden abdest almak geldi aklıma. Aslında
Bilal uyumadan önce abdest alıp ona Kuran okumuştum, ama abdesti tazelemenin ne
ziyanı vardı ki?!
Yeni tumurcuklanmış meyve ağaçları gibiydim şu an.
Koşar adımlarla girdim banyoya. Her yerime değdirmeye çalıştım suyu. Babaannem
derdi ki, abdest suyu nerelerine değerse, oralar cehennemde yanmayacak.
Abdestimi bir güzel alıp çıktım odaya. Önce
telsizden cennet bülbülüme baktım, sonra seccademe dönüp Rabbimin huzuruna
vardım; “Allahu ekber!” dedikçe kelepçelediğim gözyaşlarımı papatyalar
kurtarıyordu. Akıyordu işte. Ne zamanki
gözyaşlarım benim iznim olmadan akıyordu, o an daha iyi anlıyordum, bu dünya
fani, gözyaşlarımın bile benim olmadığını. Ailem, huzurum, bedenim, herşeyimle
emanetiz bu dünyada.
Onun huzurundayken akıyordu işte rahmetle yıkanmış
gözyaşlarım. Şükrediyordum her rükuye eğilirken ve secdeye giderken. Her
‘Allahu ekber!’ dediğimde kalbimdeki melekler Kuran okuyordu sanki. Üzülüyordum
bir yandan da; size namaz kılmanın ne kadar güzel olduğunu kelimelerle
anlatamadığım için, namaz kılarken kendimden geçtiğimi gösteremediğim için.
Bazen her şeyi anlatabiliyorken bu kadar yoğun huzuru neden anlatamıyorum diye
kızıyordum kelimelere. Onlarda üzülüyordu tabii, suçu harflere atıyorlardı.
Herşey aynıydı işte, hiç kimse kendini suçlu bulamıyordu. Hiç kimse kendine
gölge düşüremiyordu. Herkes birbirine kitliyordu günahlarını. Baksak şöyle
etrafa herkes birbirinin günahını çalmış gibi bir çerçive vardı. Kötü bir
görüntüydü. Halbuki insanların hep dert edip yakındıkları bu çerçiveni yok
etmenin yolu yine Rabbimdi.
Bazen askerdeki yüreğime, bülbül seslime dua
ederken kendimi bambaşka bir yerde buluyordum. Bir bakmışsın günlerden yine
namaz vakti, seccademdeyim, Rabbimin huzurundayım. Açmışım ellerimi arş-ı
alaya, yine “Senden niçin habersizler ey Yaratanım?” diye kalbim kükrüyor.
Sonra isyan eder gibi görünmekten korkup kısılıyorum. Yüreğim “affet” diyor, bu
sefer de gözyaşlarım yalvarıyor Rabbime; “ey güzel Allahım, sen bu insanların
kalbine İslam aşkı sal” diye. Çıldıracak gibi olsam, üzülsem, nefes alamasam,
ağlasam, sevinsem, şaşırsam dilimde hep Rab ve koşup sığındığım hep Onun
huzuru. Her duygumu Onunla bölüştüğüm için bile şükür ederekn başka türlüsünü
aklım almıyor.