5 Aralık 2019 Perşembe

KANAYAN YARA

  Zehra TOKUR
                                                       
“Biz İslam Âleminin Bir Parçasıyız” dedi. Boğazında yumru, gözlerinde buğuların yer ettiği gönlü yaslı ağabey. Ve devam etti. Soykırım altındayız. İkinci Endülüs olma yolundayız, dedi. Bir yanı yıkık. Ailesi kayıp. Can ciğerleri kamplarda.  Yoldaşı, hücrenin içinde sadece İlahi Kudrete teslim.
Bilakis, Gök bayrağın altında, parmaklıkların ardında, işkencelerle muhatap olup, hakikati haykıranların, tarihin altın harflerle yazdığı Kaşgarlı Mahmud’un, Yusuf Has Hacib’in, Osman Batur’un ve daha nice bayrağa, hakka sevdalı soydaşların memleketidir; Doğu Türkistan.
Asya’nın kanayan yarası, çinin soykırımı altında. Akla hayale gelmeyecek imtihanlar. Korkunç, vahşet kareler. Yılların birbirini kovalayıp da, susturulmuş seslerin duyulmasına müsaade etmeyen korkunç bir çağ.
Kilometreler ötesinden dalga-dalga yayılmaya çalışan çığlıklar Sincan Uygur Özerk bölgesinden.
Namus el atında. Din adeta avuç içinde kor. Beden abdeste aç, alınlar secdeden mahrum.
Kadınlarımız, fetva peşinde tecavüzden kaçmak için. Ağabeylerimiz katliamın tam ortasında. Çocuklarımız, kamplarda kimsesiz. Öz vatanlarında sahipsiz, birer misafir.

Düşünün, Ulu Teoman’ın miras bıraktığı topraklarda nefes alıyorken evinizde sırtınızı yaslayacağınız bir çınarınız ve anneniz olması gerekirken yabancı ve ahlaktan yoksun leş kargası çinli erkeklerin gözetimi altındasınız. Okumaya hasret kaldığınız Kuran’ı-kerim, alnınızı secdeye buluşturmaktan mustaripsiniz.
Bilakis yaşamak istiyorsanız ya dininizi ve kimliğinizi satacaksınız ya da ölümü yalvara yakara isteyeceksiniz.

Katliamlar… Zaman ilerledikçe büyüyor. İmtihanımız da bir o kadar ağırlaşıyor. Doğu Türkistanlı ağabeyin titreyen sesiyle anlattığı bu denli olaylar herhangi bir hikayenin parçası ya da bir filmin karesi değil. Apaçık o topraklarda nefes almaya çalışan her soydaşlarımızın başına gelen çokça ızdırap.

Kilometreler ötesi. Öz Ata Yurdu. Derinden gelen isyan ve haykırışlar.
Amma velakin, gaye ses duyurmaksa şayet; dua etmekten başka çare yok.
Elbette inanıyoruz ki avuçlarımıza fısıldayışımız arşta yankısını bulacağını. 
Abdeste âşık ecdatların torunları, soydaşlarını unutmuyorsa duasında, her konuşmasında yer veriyorsa kardeşinin çığlıklarını... Elbet sağır kulaklarda işitecek, Ama gözlerde görecektir.

Türklüğümüzün ve inancımızın gereğince; “Bayrak ve Din” namus belledik zihinlerde.
Göklerde çığlıklara şahit olurcasına öfkeyle dalgalanan gök bayrakta, alınların mahrum edildiği seccadelerde sorar hesabını bizden. En acısı da şu ki; bir tane soydaşımız dahi helal etmese hakkını, yatacak yerimiz yok, ahirette.

Hangi kelimeler zafere erdirir, hangi nidalar kurtarır bizi bu yükten bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey; safımızı belli edip yakarmaktır Tanrı’ya. O halde “Kahrolsun Kızıl Çin Yaşasın Tam bağımsız Doğu Türkistan”. Diye fısıldıyoruz avuçlarımıza, arşta yankılanacağını bilerek.

 

Buradan Doğu Türkistanlı soydaşlarımıza sesleniyoruz. Yalnız değilsiniz. Her ne kadar Anadolu’dan uzak, Asya’nın birer sahibi iseniz; elbet sizlerde bizim kanımızdan, evvela İslam’ın birer parçasısınız.
Sizler Metehan’ın torunu, Türklüğün neferlerisiniz. Ne olur asimile olup da geçmişinize unutturmaya müsaade etmeyin. Mücadelenizi diri tutun. Bilakis sizler, “Ben ölebilirim ama dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecek” diyen kızıl çinin korkulu rüyası olan Altay'ın Kartalı Osman Batur’un yolundansınız. Velhasıl kelam sizleri,
Al Bayrağın gölgesinden
Fatih’in fethettiği yerlerden
“Türkistan Türk’ün Ata Yurdudur.
Türk Kalacaktır.” Diyerek
Selamlıyoruz.
Tanrı Sizleri Korusun.