“Birbirinizle kardeş olunuz” nidaları
yükselir veda hutbesinden vakti zamanında. Bu seslenişin mühimliğini günümüzde daha iyi anlıyoruz sanki. Misal ne sen
siyah olmayı, ne de ben beyaz olmayı seçtim. Ne sen Kürt olmayı, ne de o Türk
olmayı seçti. Ya da Müslüman ve yahut Hristiyan. Hatta Alevi, Sünni olmayı dahi
seçmek senin elinde değildi.
Sadece insan olmaktı vazifen. Öyle bir vazife ki bu
“İnsan” kelimesi fazlasıyla mana taşıyordu içinde. Ve aynı zamanda içini
görebilmekte, insan olabilmekten geçiyordu. Geçen zamanlarda Selçukluya
başkentlik yapmış, Mevlana’nın karış-karış evrenselliği-kardeşliği dokuduğu
Şehri Konya’da, Uluslararası Öğrenci Buluşmasına tanık olmuştuk. Her çadırda
farklı kültürler, farklı renkler ve değişik tatlar. Ne büyük zenginlik ve bu
zenginliği kardeş edinmek ise ecdat yadigârı olsa gerek diyordum. Heyecanlı bir
şekilde atmosfere eşlik edercesine.
Büyük bir kalabalığın arasında, sahnede Kafkaslıların oyun gösterisini
seyretmek ve küçük ikramlardan tadıp farklı tatlara şahit olmak fazlasıyla
keyif veriyordu. Gözlemlediğim kadarıyla herkesin çehresinde birlik ve beraberliğin
sevinci vardı, belki de öyle görmek istediğim içindir. Ayrıca kardeş ülkeler,
kültürel kıyafetleriyle ülkelerini tanıtırken bile Osmanlıyı anmadan
geçmiyorlardı. Her dilde “Allah razı olsun” kelamı vardı cümlelerin sonunda. Ve
ben bir kez daha Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan bir fert olarak yine ecdadımla
gurur duymuştum.
O ortamın en güzel, en cazibe edici yanı ise
herkesin kırıkta olsa Türkçe konuşmasıydı. Herkes derdini, sevincini anlatacak
kadar konuşuyordu. Mühim olan gönül dillerimizin anlaşmasıydı aslında. Hepimiz
farklı etniklere sahip olsak da her birimiz aynı gayeye sahiptik.
Doğusuyla-Batısıyla kavgamıza son vermekti gayemiz.
Diğer yandan sahneye çıkan Kudüs davamızı dert
edinmiş küçük Filistinli çocuk aslında mısralarıyla anlatıyordu, memleketindeki
buhranlığı. Bir yandan vicdanları titreten şiire kulak verirken, bir yandan
Çeçenistan’ın yanından geçtiğimde büyük komutan Şamil Basayev’in aklıma gelişi
ile “Çeçenistan
dağlarında, Kartal gibidir bir Çeçen, Özgürlük savaşçısıdır, Yalnız kurttur her
Çeçen...” mısraları dilime pelesenk olmuştu adeta.
Değerli büyüğüm Azerbaycan’ı anlattığında
Mübariz İbrahimov’u ve bunun yanı sıra
Bosna’nın Alijasını, Mısır’ın Hasan El Benna’sı, Kafkas Kartalı Şeyh Şamili ve daha fazla isimleri anmadan geçmiyorduk.
Bosna’nın Alijasını, Mısır’ın Hasan El Benna’sı, Kafkas Kartalı Şeyh Şamili ve daha fazla isimleri anmadan geçmiyorduk.
Meydanı adeta kardeşlik birlik ve beraberlik
sarmıştı. İhtiyacımız olanda buydu. Kavgasız gürültüsüz, kan dökülmeden
yaşamaktı. Ve böylesi güzel atmosferi medeniyetlerin memleketi Şehr-i Konya’nın
ev sahipliği yapması, ayrıca müthiş bir detaydı. Şamanı, Müslümanı, Hristiyan’ı
ve daha fazla dinin ve ırkın bir arada kültür bağı kurmasına vesile olabilmek
efsane idi.
Ne olursa olsun bize ihanet etmeyenleri kardeş
bildik ve bilmeye devam edeceğiz. Siyahı, beyazı, hangi ırktan olursa olsun,
beraberlik ve birliğe doğru ilerlemeye devam edeceğiz. Şehr-i Konya şahit
olacak niyetimize.
Güneşin saçakları adeta gözlerimizi kısıyorken
hafif bir ılık esinti Uluslararası öğrenci buluşmasına ayrı bir hava katıyordu.
Malezyalı kardeşlerimizin kültürel kıyafetlerini denemek, Arabistan’ın acı
kahvesini tatmak, Afrikalı kardeşlerimizin oyun gösterileri keyfimize eğlence katıyordu.
Ama şunu fark ettim ki, farklılıklarımızla güzeliz. Dillerimiz, renklerimizle
asiliz. Belki de her ne kadar farklı olsak da birbirimizden ortak yönlerimiz
vardı. Her çehrede kocaman bir tebessüm ve dillerde aynı kelime:
Es-selamunaleyküm.