8 Nisan 2018 Pazar

Tekrara Kalanlar

Simge Cesur
Konu konuyu açar,  mürekkep kağıtları doldurur, kağıtlar mürekkebi bitirir, yazılar anıları hatırlatır, anılar duyguları canlandırır, duygular bizi yaşadığımız zaman dilimden uzaklaştırır... Ve bu bitmeyen duygu ekosistemi tekrar tekrar yaşanır. 
Bizler hangi coğrafyanın insanıyız. Ait hissettiğimiz iklim kurak mı? Hissedilen kuraklıkta kervanların bir tas suyuna muhtaç olduğunuz oldu mu? Mevsimlerin, iklimlerin suçu yoktu. Biz göremedik, kendi mevsimimizi yaşamak istedik, doğa bize seçimini sunmuşken...
O rüzgarlı yaz gecelerinde yıldızların ışıltısına tercih ettik soğuk hislerimizi. Ve birer birer bağladık takvim yapraklarına, büyük düşünüp küçücük  not ettik satırlarımıza. Öylesine korkak alıştık ki parmaklarımız kalemi kavramaz olduğunda sağanak sağanak yağmayı arzulayan duygularımızı, kupkuru boğazlara bilmem kaç gün öncesinden  kalan taş kesilmiş ekmek takıldığında nasıl yutkunduysak işte tam da öyle, sindirdik içimize. Kağıtları besleyemeden kalktık masadan. Oysa ne açtı kağıtlar, beden duygulara bu kadar doymuşken. Öyle anlar oluyor ki kupkuru düşünüyoruz, kendimiz bile şaşarken alışıyoruz sıcaklığa değil mi? Değerini bilmek içinse tek bir damla yetiyor. Ve yine normal ben, eski ben, ben beni. Olmuyor mu  sizlere de, geleceğe böyle âmâ yaklaşırken birden dönüşmek ve kendini bulmak. Geleceğe böyle gözü görmez ilerlerken geçmişle burun buruna gelmiş olmak bizi bir an için aslımız yapmamış mıydı? Biliyoruz elbet, anlıyoruz değil mi birbirimizi? Bu denli sükuneti kalabalık hale getirirken elbet anlamışızdır. Fasit kahkahaları izale etmek yerine  galebe edilmemiş fazıl sükuneti kürsüye çıkarmak ve sessizliği konuşturmak için epey koştuk. Nefes nefese kalana kadar. Arkamıza bakmadan... Yok muydu izan sahibi, allame kişiler? Nereye gittiler bu müfsitler? Mürit şeyhim kainata alışamadım der. Bende alışamadım alüfte fikirlere, allame kesilen tiplere, jurnal edilen masumiyetlerin çisentisini seyretmeye. Toz gibi yağıyordu inceden inceden bu kötürüm katran karası zihniyetler, insanı buhrana, inananı vahlara sürüklüyordu. İzliyorduk, izliyordum yalnızca. Oysa fatalistler inandığı istikamette ilerlerken karşısına çıkan kazayı öyle izbe, sarp ve öyle dolaylı çeviriyordu ki aleyhine inananı düşüncelere inanmayanı soru işaretine sevk ediyordu. Müdebbir yaklaştığımız müdellel gerçekler kıyıya vurmuş, rüzgarların sırtına binerek müsavi dağılmış ve bir müddet müeccel edilmiştik hayattan.  Bu kurak, müfrit davranışımız müft olsun da zift olsun dediğimiz yaşantılara komşu yapıyordu. Oysa daha müsmir yaşayabilir idik. Müdara etmeden ikamet etmek mecburiyetinde bırakıldık. Oysa içten içe  kendi tercihimizdi. Oysa yavaştan unuttuk...