Füruğ Efrasiyab
“Bağırmaya yargılamaya
başlamadan önce bir dinleyin” dedi Patience... Uzun
zamandır içinde biriktirdiği metaforlar bugün dışarı çıkmak istiyordu. Daha ne
kadar dayanabilirdi ki zaten bu tiyatroya…
Oturduğu gıcırdayan sandalyesinden
doğruldu. O sandalye bile karşısındaki insanlardan daha fedakârdı. Bu iç
hesaplaşmaları ile sesini asla yükseltmeden hatta birazda donuk bir vaziyette başladı
söze; “Yapraklarını döken bir ağaç gibi kuruttunuz beni. Sizin susmanız
baharı beklemek gibi… Hep konuşursunuz ama karşınızdakine de koca koca duvarlar
örer ne söylediğini duymazsınız. Duvarlarınıza çarpıp yere düşen kelimelerimi
toplamaktan yoruldum. Şu bozuk düzene o kadar uymuşsunuz ki; kötü nedir deseler
parmakla göstereceğim insan o kadar çok ki… Neden sadece duruyorum karşınızda
zannediyorsunuz. Neden yarım bırakıyorum cümleleri. Neden neyselere gark oldum.
Söyleyecek cümlem mi bitti. Bitmedi elbet! Ama ben bittim. Rengârenk görünüp
içinde fırtınalar kopan sahte gülümsemeleriniz; severmişçesine, içtenmişçesine
yaklaşıp arkamdan mezarlar kazmanız; en önde giden benim, hayatın bütün
şifrelerini ilk ben çözdüm der gibi bakan boyalı suratlarınız; kibri karlı
dağları aşacak kadar büyük kapkara kalbiniz beni bitirdi.” Patience
elleri titreyerek bir bardak su içti. Bir an bardağı duvara fırlattığını,
etrafında ne kadar eşya varsa altüst ettiğini hayal etti. Ama şartların el
vermediği bu hayallere bir son verip konuşmasına devam etti. “En trajikomik
olan da ne biliyor musunuz hepiniz şu benim saydıklarımdan şikâyetçisiniz.
Hiçbiriniz zatıâlinin yaptığının farkında değil gibi... Hatta o kadar ki ben
kendimi sorguladım sayenizde. Yoksa! dedim bende tüm bu kötülüklerden şikayet
edip aynı şeyleri yapıyor muyum? Kendime faraza sorduğum bu sorulara da sizden
yediğim kazıklar açıklayıcı cevaplar oldu. Sağ olun elbirliği ile öldürüp sonra
cenazeme iştirak ettiniz.” Gözleri doldu ama ağlamaması cümlelerini
bitirmesi gerekiyordu. Yutkundu bu sefer söylemek istediklerini yutmadığı için
kendini biraz mutlu bile hissetti. Evinin cümle kapısını aralayıp çıkın der
gibi bir işaret yaptı ve sözlerini tamamladı; “Yanlış yüzyılın insanıyım biliyorum. Bu kadar
kararmadan gelmek lazımmış bu âleme. Barışın bilinmezliğe gömüldüğü herkesin
kavganın ekmeğini yediği bu yüzyılda yok olmak üzereyim. Şimdi çıkın gidin
hayatımdan.” O kadar huzurluydu ki artık düğümlerini çözmüş, her ne kadar
karşısındakiler anlamasa, alınmasa da Patience ferahlamıştı. Sonra birden elinde
devasa bir papatya belirdi. Bu duruma şaşırmamıştı. Kapıyı araladı gökyüzü
pembeydi. “Kar mı yağacak?” dedi. İçeriye kar kütlesi doluverdi. Birden
irkildi. “Hayır” dedi. “Hayır, yoksa rüyada mıydım? Tüm bunlar rüya
mıydı lütfen! lütfen! öyle olmasın!! Herkese haddini bildirmiş olmak istiyorum.
Tanrım gözümü açmak istemiyorum.”