6 Şubat 2018 Salı

Mescid-i Aksa'nın Geçmişi ve Muhtevası Yazı Dizisi

Kıble Cami (Cuma Cami)

Gülşen Yılmaz

Mescid-i Aksa… İslamiyet’te en kutsal üçüncü yer… Peygamberlerin ve tarihin iç içe geçtiği muazzam atmosfere sahip, zamanı durduran başmekân… Öyle ki Kâbe-i Muazzama’nın çevresi gibi koca koca binalar şükür henüz buraya uğramamıştır. 

Dokusu bozulmadığı için kendinizi Hz. Ömer’le Kubbet-üs Sahra’yı arar gibi, Hz. Davud’la tekrar fetheder gibi, Hz. İsa ile yeniden doğar gibi hissedersiniz. Kıble Cami’nin daha içerisine adım attığınızda sizinle birlikte giren küçük Hz. Meryem’i yanınızda bulursunuz. Onun başını okşayan Hz. Zekeriyya oradadır. Her gün semadan Hz. Meryem’in Kıble Cami’ndeki odasına meyveler gönderen Allah şah damarınızı titretir. İşte Mescid-i Aksa ve bugün ki yazımın mevzusu Kıble Cami bu şuurla incelenmeli ve duygular bu beldelere karşı daima diri tutulmalıdır.
Evet, dedik ya Mescid-i Aksa’yı gezmeye devam edeceğim. Bıkmadan usanmadan anlayıp anlatacağım. Bir önceki yazımda büyük bir kapıyı aralayıp Kubbet-üs Sahra’yı incelemiş, Mescid-i Aksa yazı dizisine bir giriş yapmıştım. Bu yazıdan sonra o kadar olumlu tepkiler aldım ki şimdi daha büyük bir şevkle size Kıble Cami’nden bahsedeceğim.
Aslında öncelikle neden Kıble Cami ya da Cuma Cami deniyor ona bakmamız lazım. Kıble Cami olarak anılması kıbleye en yakın cami olmasından kaynaklanırken, Cuma Cami diye anılmasının sebebi ise burasının o dönem Cuma namazları için yapılmış bir cami olmasıdır. Bir önceki yazımızda da bahsettiğimiz gibi birçok medeniyeti içerisinde barındırmış olan Mescid-i Aksa’nın Kıble Cami’ni o dönem Emeviler yaptırıyor. Fakat içerisinin şu an ki haline gelmesini sağlayan Memlüklüler oluyor. Bir müddet de Abbasilerin muhafazasında kalan mekân I. Haçlı Seferi ile Haçlıların eline geçiyor. Tabii ki Haçlılar boş durmayıp bu güzel camiyi kiliseye çevirmek için ellerinden geleni yapmışlardır.
Haçlılar Müslümanların en ihtişamlı camisini asimile ededursun bir taraftan da Büyük Selçuklu Devleti’nin ileri gelen komutanlarından Nureddin Zengi Kudüs’ü Haçlılar’ın elinden almak için elinden geleni yapmıştır. Zengi o kadar gönülden istiyordu ki mukaddes toprakları almayı, fethedince Kıble Cami’nin içerisine yerleştirmek için harikulade güzel bir kündekari minber bile hazırlatmıştı. Görkemli minberin yapımı tamı tamına beş yıl sürdü. Hayatının sonuna kadar bu uğurda mücadele eden Nurededdin Zengi’nin Kudüs’ü almaya ömrü vefa etmedi. Fakat öğrencisi olan Selahaddin Eyyübi’ye vefatından önce vasiyet niteliğinde bir istekte bulundu. Vasiyeti şöyleydi; “ Eğer olur da ben Kudüs’ü Haçlılardan alamadan bu dünyadan gidersem sen benim yerime fethet ve şu minberi oraya götür.” İçinden taşan hislerle Nureddin Zengi, Kudüs’ü alamadan, Türk topraklarına katamadan bu dünyadan göçüp gitti. Bu vasiyeti kendisine görev bilen Selahaddin Eyyübi ise 1187 yılında Kudüs’ü topraklarına kattı ve o şaheser minberi Kıble Cami’nin içine koydu.
Osmanlı’nın refah içindeki yönetiminden sonra daha öncede bahsettiğimiz gibi 1917’de İngilizler 30 yıl sürecek bir şekilde bölgeye hâkim oldular. Tabii ki bu hâkimiyet bir planın parçasıydı. Plan devreye girince İngilizler toprakları Birleşmiş Milletlere verdi ve 1948’de oradan buradan toplanan Yahudilerle İsrail Devleti kuruldu.
Bu nadide topraklar, bu üç kutsal mekândan birisi olan Mescid-i Aksa Yahudi yönetimine geçti. Pekii sonra ne mi oldu? Zulüm ve ziyan kutsal topraklara nüfuz etti.
Tarihler 21 Ağustos 1969’u gösterirken Avusturalyalı bir Yahudi olan Michael Dennis Rohan eline aldığı bir şişe benzinle Mescid-i Aksa Kıble Cami’ni hatta özellikle kündekari minberi gözünü bile kırpmadan cayır cayır yaktı. Nureddin Zengi’nin vasiyetiyle Selahaddin Eyyübi eliyle getirilen o eşsiz minber göz göre göre kül oldu. Kıble Cami alevlere gömüldü. Dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir’in bu yangının gecesinde gözüne uyku girmedi. Sebebi şuydu; Müslümanlar bu yangını bizim yanımıza bırakmaz. Yarın hepsi üstümüze gelir. Gel gelelim hiçbir şey düşündüğü gibi olmadı ve ertesi sabah Türkiye'nin de içinde olduğu hiçbir Müslüman medya bu konuda yazı yazmadı, yayın yapmadı. Galiba o gece Müslümanlar hiç uyanmamıştı yangında o günden sonra Müslümanların vicdanında bilfiil yanmaya devam edecekti. Camiyi yakan şahısa ne oldu diye merak edenler olabilir. Her zaman olan şey oldu ve akli dengesi yerinde değil denilerek salıverildi. Müslüman âlem şükür ki bir süre sonra olayın vahametini anlayıp 22-25 Eylül 1969’da Rabat’ta konferans düzenleyerek şu an ki İslam İşbirliği Teşkilatını kurdu.
Konuyu burada toparlamak istiyorum ancak son olarak ilginç bir anekdot daha paylaşacağım. Yanan minber ve Kıble Cami konusunda Müslüman dünyada bir farkındalık doğunca Turgut Özal dönemin Ürdün Kralı ile birlikte yanan minberin aynısından yaptırmak istemiştir. Özal bunu Konyalı bir kündekari ustasına yaptırma kararı almıştır. Konyalı ustamızın birebir aynısını yaptığı minber şu an hala Kıble Cami’nin içindedir ve iç kısmında ustamızın ismi yazmaktadır. Olur ya belki bir gün yolumuz düşer bu onur verici minberi görmek hepimize nasip olur…