Kıble Cami (Cuma
Cami)
Gülşen Yılmaz
Mescid-i
Aksa… İslamiyet’te en kutsal üçüncü yer… Peygamberlerin ve tarihin iç içe
geçtiği muazzam atmosfere sahip, zamanı durduran başmekân… Öyle ki Kâbe-i
Muazzama’nın çevresi gibi koca koca binalar şükür henüz buraya uğramamıştır.
Dokusu bozulmadığı için kendinizi Hz. Ömer’le Kubbet-üs Sahra’yı arar gibi, Hz. Davud’la tekrar fetheder gibi, Hz. İsa ile yeniden doğar gibi hissedersiniz. Kıble Cami’nin daha içerisine adım attığınızda sizinle birlikte giren küçük Hz. Meryem’i yanınızda bulursunuz. Onun başını okşayan Hz. Zekeriyya oradadır. Her gün semadan Hz. Meryem’in Kıble Cami’ndeki odasına meyveler gönderen Allah şah damarınızı titretir. İşte Mescid-i Aksa ve bugün ki yazımın mevzusu Kıble Cami bu şuurla incelenmeli ve duygular bu beldelere karşı daima diri tutulmalıdır.
Dokusu bozulmadığı için kendinizi Hz. Ömer’le Kubbet-üs Sahra’yı arar gibi, Hz. Davud’la tekrar fetheder gibi, Hz. İsa ile yeniden doğar gibi hissedersiniz. Kıble Cami’nin daha içerisine adım attığınızda sizinle birlikte giren küçük Hz. Meryem’i yanınızda bulursunuz. Onun başını okşayan Hz. Zekeriyya oradadır. Her gün semadan Hz. Meryem’in Kıble Cami’ndeki odasına meyveler gönderen Allah şah damarınızı titretir. İşte Mescid-i Aksa ve bugün ki yazımın mevzusu Kıble Cami bu şuurla incelenmeli ve duygular bu beldelere karşı daima diri tutulmalıdır.
Evet,
dedik ya Mescid-i Aksa’yı gezmeye devam edeceğim. Bıkmadan usanmadan anlayıp
anlatacağım. Bir önceki yazımda büyük bir kapıyı aralayıp Kubbet-üs Sahra’yı
incelemiş, Mescid-i Aksa yazı dizisine bir giriş yapmıştım. Bu yazıdan sonra o
kadar olumlu tepkiler aldım ki şimdi daha büyük bir şevkle size Kıble Cami’nden
bahsedeceğim.
Aslında
öncelikle neden Kıble Cami ya da Cuma Cami deniyor ona bakmamız lazım. Kıble
Cami olarak anılması kıbleye en yakın cami olmasından kaynaklanırken, Cuma
Cami diye anılmasının sebebi ise burasının o dönem Cuma namazları için
yapılmış bir cami olmasıdır. Bir önceki yazımızda da bahsettiğimiz gibi birçok
medeniyeti içerisinde barındırmış olan Mescid-i Aksa’nın Kıble Cami’ni o dönem
Emeviler yaptırıyor. Fakat içerisinin şu an ki haline gelmesini sağlayan
Memlüklüler oluyor. Bir müddet de Abbasilerin muhafazasında kalan mekân I.
Haçlı Seferi ile Haçlıların eline geçiyor. Tabii ki Haçlılar boş durmayıp bu
güzel camiyi kiliseye çevirmek için ellerinden geleni yapmışlardır.
Haçlılar
Müslümanların en ihtişamlı camisini asimile ededursun bir taraftan da Büyük
Selçuklu Devleti’nin ileri gelen komutanlarından Nureddin Zengi Kudüs’ü
Haçlılar’ın elinden almak için elinden geleni yapmıştır. Zengi o kadar gönülden
istiyordu ki mukaddes toprakları almayı, fethedince Kıble Cami’nin içerisine
yerleştirmek için harikulade güzel bir kündekari minber bile hazırlatmıştı. Görkemli
minberin yapımı tamı tamına beş yıl sürdü. Hayatının sonuna kadar bu uğurda
mücadele eden Nurededdin Zengi’nin Kudüs’ü almaya ömrü vefa etmedi. Fakat öğrencisi
olan Selahaddin Eyyübi’ye vefatından önce vasiyet niteliğinde bir istekte
bulundu. Vasiyeti şöyleydi; “ Eğer olur
da ben Kudüs’ü Haçlılardan alamadan bu dünyadan gidersem sen benim yerime fethet
ve şu minberi oraya götür.” İçinden taşan hislerle Nureddin Zengi, Kudüs’ü
alamadan, Türk topraklarına katamadan bu dünyadan göçüp gitti. Bu vasiyeti
kendisine görev bilen Selahaddin Eyyübi ise 1187 yılında Kudüs’ü topraklarına
kattı ve o şaheser minberi Kıble Cami’nin içine koydu.
Osmanlı’nın
refah içindeki yönetiminden sonra daha öncede bahsettiğimiz gibi 1917’de
İngilizler 30 yıl sürecek bir şekilde bölgeye hâkim oldular. Tabii ki bu
hâkimiyet bir planın parçasıydı. Plan devreye girince İngilizler toprakları Birleşmiş
Milletlere verdi ve 1948’de oradan buradan toplanan Yahudilerle İsrail Devleti
kuruldu.
Bu
nadide topraklar, bu üç kutsal mekândan birisi olan Mescid-i Aksa Yahudi
yönetimine geçti. Pekii sonra ne mi oldu? Zulüm ve ziyan kutsal topraklara
nüfuz etti.
Tarihler
21 Ağustos 1969’u gösterirken Avusturalyalı bir Yahudi olan Michael Dennis
Rohan eline aldığı bir şişe benzinle Mescid-i Aksa Kıble Cami’ni hatta
özellikle kündekari minberi gözünü bile kırpmadan cayır cayır yaktı. Nureddin
Zengi’nin vasiyetiyle Selahaddin Eyyübi eliyle getirilen o eşsiz minber göz
göre göre kül oldu. Kıble Cami alevlere gömüldü. Dönemin İsrail Başbakanı
Golda Meir’in bu yangının gecesinde gözüne uyku girmedi. Sebebi şuydu;
Müslümanlar bu yangını bizim yanımıza bırakmaz. Yarın hepsi üstümüze gelir.
Gel gelelim hiçbir şey düşündüğü gibi olmadı ve ertesi sabah Türkiye'nin de
içinde olduğu hiçbir Müslüman medya bu konuda yazı yazmadı, yayın yapmadı.
Galiba o gece Müslümanlar hiç uyanmamıştı yangında o günden sonra Müslümanların
vicdanında bilfiil yanmaya devam edecekti. Camiyi yakan şahısa ne oldu diye
merak edenler olabilir. Her zaman olan şey oldu ve akli dengesi yerinde değil
denilerek salıverildi. Müslüman âlem şükür ki bir süre sonra olayın vahametini
anlayıp 22-25 Eylül 1969’da Rabat’ta konferans düzenleyerek şu an ki İslam
İşbirliği Teşkilatını kurdu.
Konuyu
burada toparlamak istiyorum ancak son olarak ilginç bir anekdot daha
paylaşacağım. Yanan minber ve Kıble Cami konusunda Müslüman dünyada bir
farkındalık doğunca Turgut Özal dönemin Ürdün Kralı ile birlikte yanan minberin
aynısından yaptırmak istemiştir. Özal bunu Konyalı bir kündekari ustasına
yaptırma kararı almıştır. Konyalı ustamızın birebir aynısını yaptığı minber şu
an hala Kıble Cami’nin içindedir ve iç kısmında ustamızın ismi yazmaktadır.
Olur ya belki bir gün yolumuz düşer bu onur verici minberi görmek hepimize
nasip olur…