Kubbet-üs Sahra ve Muallak Kayası
Gülşen Yılmaz
Aslında bu
yazımda sizlere Kudüs’ün tarihçesinden bahsetmek niyetinde idim. Fakat hem
çevremden hem medyadan gördüğüm kadarıyla bizim daha büyük bir eksikliğimiz
olduğunu fark ettim. Müslümanlar olarak Mescid-i Aksa’nın içeriğini bilmiyoruz.
Mescid-i Aksa yalnızca bir mescidin adı mı, yoksa kompleks biçiminde mi
adlandırma yapılıyor, öyle ise komplekste neler, hangi yapılar bulunuyor
öncelikle bunu anlamamız lazım sanırım...
Bakın bu konuda uyuyan yalnızca biz varız. Mescid-i Aksa öyle bir yer ki her adım tarih kokuyor. Her adımda bir peygamber hikayesi yatıyor. Bunları bilmezsek, kendimizi bu konuda geliştirmezsek, Mescid-i Aksa’yı savunabilecek gerçeklerimiz körelecek. Özellikle İngilizler Kudüs’ü Osmanlı’nın elinden aldıktan sonra Mescid-i Aksa’yı o kadar derinlemesine incelemişler ki neden biz bunu yapamıyoruz demekten kendimi alamadım. Örneğin Yahudiler, öğrenim çağındaki çocuklarına Mescid-i Aksa’yı ve içindeki yapıları bir bir akıllarına kazırcasına öğretiyorlar. O zaman neden? Neden biz yalnızca bombalar patladığında ya da bir aklı evvel çıkıp ortaya bir laf attığında hatırlayalım Kudüs’ü…
Bakın bu konuda uyuyan yalnızca biz varız. Mescid-i Aksa öyle bir yer ki her adım tarih kokuyor. Her adımda bir peygamber hikayesi yatıyor. Bunları bilmezsek, kendimizi bu konuda geliştirmezsek, Mescid-i Aksa’yı savunabilecek gerçeklerimiz körelecek. Özellikle İngilizler Kudüs’ü Osmanlı’nın elinden aldıktan sonra Mescid-i Aksa’yı o kadar derinlemesine incelemişler ki neden biz bunu yapamıyoruz demekten kendimi alamadım. Örneğin Yahudiler, öğrenim çağındaki çocuklarına Mescid-i Aksa’yı ve içindeki yapıları bir bir akıllarına kazırcasına öğretiyorlar. O zaman neden? Neden biz yalnızca bombalar patladığında ya da bir aklı evvel çıkıp ortaya bir laf attığında hatırlayalım Kudüs’ü…
Öyleyse sizleri
kalemim yettiğince birkaç yazı sürecek olan bir Mescid-i Aksa yolculuğuna
çıkarmak istiyorum.
Bilinmesi gereken ilk konu ne Kıble Camii'ni (Cuma Cami)
ne de Kubbet-üs Sahra’yı tek başına Mescid-i Aksa olarak adlandıramayız.
Mescid-i Aksa o alanı kapsayan 144 dönümlük arazinin tamamına verilen isimdir.
Bunu söyledikten sonra içeriğine geçip Kubbet-üs Sahra’dan yani Mescid-i Aksa
deyince hepimizin gözünde canlanan o Altın kubbeli mescitten söz edelim
istiyorum. Bilindiği üzere Kubbet-üs Sahra Muallak Kayası’nın üzerine onu
muhafaza edecek şekilde yapılmış bir yapıdır. Zaten Kubbet-üs Sahra’nın kelime
anlamı da “Kaya Kubbesi”dir. Kubbet-üs Sahra henüz inşa edilmezden önce,
Muallak Kayası açıkta dururken orayı fetheden Davud aleyhisselam ve Süleyman
aleyhisselam bu taşın üstünde kurbanlarını kesmişlerdir. Peygamber Efendimiz
Miraca bu taşın üzerinden yükselmiştir. Peygamberler dualarını hep bu taşın
etrafında etmişlerdir. Yüzyıllar sonra Hz. Ömer dönemine gelinip Kudüs
fethedildiğinde, Hz. Ömer Peygamber Efendimizin; “Üzerinden Miraca yükseldim.”
diye tasvir ettiği bu kayayı bulup etrafını güzelce temizletmiş ve üzerini
kapattırarak buranın mescit haline getirilmesini sağlamıştır. Yani Kubbet-üs
Sahra’ya bazı kesimlerce Ömer Mescidi denilmesinin sebebi budur. Kubbet-üs
Sahra şimdiki haline Emevi lideri Abdülmelik bin Mervan tarafından getirilmiştir.
691 yılından bu yana Emevilerin inşa ettiği gibi hiç yıkılmadan duran Kubbet-üs
Sahra’nın özel olmasının en büyük sebebi manevi olarak insanın kendini Allah’a
en yakın hissedeceği yerlerden birisini yani Muallak Kayasını içeresinde
barındırmasıdır. Muallak Kayasının diğer bir ismi de Mukaddes Kaya...
Genel
inanış itibariyle de yeryüzü yaratılırken ilk olarak Mukaddes Kaya’dan
başladığı düşünülür. Abdülmelik bin Mervan kubbesini altından yaptırdığı
Kubbet-üs Sahra’nın inşası bittikten sonra burayı her gün 52 kişinin misk, gül,
amber kokularıyla yıkamalarını, temizlemelerini emretmiştir. Ve artık o günden
sonra kim Kubbet-üs Sahra’yı ziyaret etse akşama kadar üzeri mis gibi
kokmuştur.
Emevilerden sonra Kudüs önce Abbasilerin ardından Fatımilerin eline
geçmiştir. Fatımiler döneminde 1022 yılında Kudüs’te büyük bir deprem olunca
Kubbet-üs Sahra epey bir zarar görmüştür. Bu zararı tamir masrafları için
Fatımi halifesi kubbedeki altını kullanıp onun yerine kurşunla kaplatmıştır.
Malazgirt Savaşı’nı müteakip 1073 yılında Atsız Bey tarafından Kudüs fethedilse
de 1099 yılına gelindiğinde Haçlılar burayı alıp durumu içler acısı hale
getirmiştir. Kubbet-üs Sahra adeta bir şapel (Hristiyan tapınağı) haline
getirilip etrafı Hristiyan geleneklerine göre dizayn edilmeye başlanmıştır.
1187’de Selahaddin Eyyübi gelip burayı fethedince hemen bu Kubbet-üs Sahra
içerisinde yenileme faaliyetleri yürütmüştür. Şunu söyleyebiliriz ki şu an
Kubbet-üs Sahra’nın içerisindeki çoğu şey Selahaddin Eyyübi döneminden
kalmadır.
Ve toparlayıp Osmanlı dönemine gelecek olursak, senelerce el
değiştiren Kudüs 28 Aralık 1516’da Yavuz Sultan Selim döneminde fethedilip 401
yıl barış ve refah içinde yaşamıştır. Kanuni Sultan Süleyman, 4. Murat, Sultan
Abdülmecid ve 2. Abdülhamit dönemlerinde buraya pek çok hizmette bulunulmuştur.
Kudüs tarihi boyunca sadece Osmanlı döneminde barış ile yönetilmiştir.
Son
olarak bir noktaya daha değinmem gerekirse Kubbet-üs Sahra’nın kurşun olan
kubbesini tekrardan altınla kaplayan 1994 yılında Ürdün Kralı Kral Hüseyin
olmuştur. Kubbet-üs Sahra bu şekilde günümüze kadar gelmiştir.
Sadece ana
hatlarına değindiğim Kubbet-üs Sahra hakkında umarım akıllarınızdaki sorulara
bir nebze olsa da cevap verebilmişimdir. Diğer yazımda da Kıble Camii ile devam
edeceğim…