editor@turkata.com
Kur'an ilimlerinin en problemli konularından
biri de kıraatlerdir. Bu konuda birçok çalışma yapılmış, değişik açılardan
farklı yorumlar getirilmiştir.Bu konudaki görüş ayrılığını kullanan
oryantalistler de kıraatlerle ilgili farklı iddialar ortaya koymuşlar. Biz bu
makalemizde oryantalizmle ilgili kısa bir bilgi verdikten sonra özellikle Prof.Dr.Abdurrahman
Çetin’in Kur’an-i Kerim’in İndirildiği Yedi Harf Ve Kıraatlar-Oryantalistlerin
Görüşleri- isimli kitabını kullanarak[2]
oryantalistlerin kıraatlerle ilgili görüşlerine değineceğiz.
Oryantalizm ve oryantalist kelimeleri; “doğu,
şark” anlamına gelen “orient”
kelimesinden türemiştir.Doğu dillerini bilen uzmanı, Doğulu toplumların
gelenekleri, görenekleri ve coğrafyaları hakkında bilgi sahibi akademisyeni ya
da Doğulu toplumları resmeden ressamı tanımlamak için oryantalist sözcüğü kullanılsada, Oryantalizmi, genellikle, masum
bir akademik merak saikiyle oluşturulmuş bir araştırma disiplini olarak
değerlendiren bu türlü yaklaşımların dışında, Hıristiyan misyonerliği ve
Avrupalı sömürgecilikle iş birliği içerisinde değerlendiren yaklaşımlar da
mevcuttur. Edward W. Said Oryantalizm:
Sömürgeciliğin Keşif Kolu isimli kitabında oryantalizm hakkında:
“Oryantalizm Şark ile uğraşan toplu müessesedir; yani Şark hakkında hükümlerde
bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şarkı tasvir eder,
tedris eder, iskan eder, yönetir; kısacası ‘Doğu’ya hakim olmak, onu yeniden
kurmak ve onun amiri olmak için’ Batı’nın bulduğu bir yoldur.” demiştir.
Dünyanın Doğu’su ile Batı’sı arasındaki
sınırın nereden başlayıp nerede bittiğinin cevabı çok net değildir. Bir görüşe
göre “Asya”, “asu” (doğu) ve “Avrupa”, “ereb” (batı) kelimelerinden türemiştir.
7. yüzyılın ortalarından itibaren Doğu’nun büyük bir kısmının Müslümanların
eline geçmesiyle bu kavram yeni bir şekil almıştır. 1096-1291 yılları arasında
dokuz defa gerçekleşen Haçlı seferleri zamanında ise, Doğu denince daha ziyade
İslam Dünyası anlaşılmıştır. Türkler Anadolu ve Balkanlar üzerinde hakimiyet
kurduktan sonra Osmanlı İmparatorluğu da Doğu kavramının kapsamına girdi.[3]
Oryantalizmin temeli “biz-onlar” ayrımına
dayanır. Oryantalizmin inceleme alanı her ne kadar Bütün Doğu’yu kapsıyor gibi
görünse de, Edward Said’in de dediği gibi gerçekte İslam’ı, İslam tarih ve
coğrafyasını konu edindiği, oryantalistlerin ortaya koyduğu çalışmalardan
anlaşılmaktadır.
İslam’a yönelik pek çok oryantalist araştırmanın
arka planında; Müslümanların “değerleri” hakkında şüphe uyandırmak, İslamiyet’i
asılsız veya yetersiz gösterip, Batı’nın üstünlüğünü zihinlere yerleştirmek,
kendi toplumlarını İslam’ın etkisinden uzak tutmak, İslam ve Müslümanlar
aleyhine ortaya koydukları bilgi ve düşünceleri ülkelerinde yaymak suretiyle,
İslam’ın özenilecek, benimsenecek bir din olmadığını, kendi dinlerinin daha
üstün ve kendilerine yeterli olduğunu, kendi halklarına telkin etmektir.[4]
Batı’nın İslamiyet üzerindeki gerçek akademik
çalışmaları, 12. yüzyılın ortalarından itibaren ve ilk iş olarak da Kur’an-i
Kerim’i tercüme etmekle başlamıştır. Bu
çalışmaları Cluny Başrahibi Pierre le Venerable (1156)-İspanya kralı tarafından
İspanya’ya davet edilmiş bir Fransız olan Muhterem Peter- başlatmış; kurduğu
bir ekibi, “İslam’a yapılacak entelektüel savaş için ilmi temel oluşturacak
bir dizi çalışma” yapmakla görevlendirmiştir. Bu çalışmanın ilk ürünü de,
Kur’an’ın 1143 yılında tamamlanan Latince çevirisi olmuştur. Heyet hem de birçok
Arapça metni de tercüme etmiştir. Daha çok polemik amaçlar güden parçalar
yazılmış ve hiçbir tefsir yapılmamıştı. Pek çok hatasının bulunmasına karşın bu
Kur’an tercümesi İslam araştırmalarında bir dönüm noktası olmuştur. 1698’de
İtalyan LudovicoMarraci’nin yaptığı tercümeye kadar Avrupa dillerindeki diğer
tercümelere kaynaklık eden bu eserle birlikte Batı dünyası, ilk defa ciddi bir
İslam araştırması için malzemeye ve araca sahip oluyordu.[5]
Haçlı Seferleri sonrası Avrupa’daki bütün
mücadele ve amaç savaşla yada savaşsız İslam’ın inanç ilkelerini çürütmekti. Bu
nedenle İslam’ı daha derinden tanımak, bunun için de dil bilmek gerekliydi.
Bacon, Lull ve başka kilise mensuplarının 1250’lerden beri sınırlı fakat
ısrarlı bir biçimde talep ettikleri dil okulları, 1312’de ani bir kararla
Viyana Konsülü’nde Batı kilisesinin resmi politikası haline geldi. Bu karara
göre Paris, Oxford, Bologna, Avignon, Roman Curia ve Salamanca’da Arapça,
Grekçe, İbranice ve Süryanice kürsüleri kurulacaktı. Bu dönemde, ilk dönemin
İslam’a karşı saldırgan tutumuna geri dönüldüğü görülür. İslam’ın çürütülmesi
için Kur’an-i Kerimin incelenmesi gerektiğini düşünen ve bunun için de sağlıklı
bir Kur’an tercümesine ihtiyaç duyan Kardinal John Segovia (1400-1458) da bu
uğurda bir çok çalışma yapmıştır.
16. yüzyılda Doğu’yu gezen seyyah ve
misyonerlerin sayında artış gözlemlenir. Bunun nedeni siyaset ve ticaret idi.
Bu dönemde İslam’la ilgilenme sistematik bir karalama özelliği göstermez. Bu
şartlar altında Avrupa’da ilk Arapça kürsüsü Paris’te College de France’da 1539
yılında GuillaumePostel[6]
(1510-1581) adına kurulmuştur. O Müslüman Doğu’nun sosyal yapısı, dini ve dili
üzerine çalışmış ve eserler vermiştir.
17.yüzyılda Hollanda Doğu çalışmalarında lider
bir konum kazanmıştı. 1613’te LeidenÜniversitesi'nde Arapça kürsüsü oluşturuldu
ve başına Thomas Erpenius[7]
(vanErpe, 1584-1624) getirildi. Erpenius Klasik Arapça üzerine Avrupa’da kaleme
alınmış ilk bilimsel metotlu gramer kitabı sayılan ve Arapça eğitiminde iki
yüzyıl süreyle Batılı araştırmacıların yegane müracaat kaynağı olan GrammaticaArabica (1613)eserini kaleme
aldı.
Aydınlanma Çağı (17.-18. yüzyıllar)’nda
Doğu’ya bakış, Orta Çağlar kadar düşmanca olmasada İslam’a yöneltilen
eleştiriler hala devam ediyordu.
Avrupa’da Doğu’nun dilleri ve medeniyetleri
hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için 1795’te Paris’te oryantalist Louis
Langles (1763-1824)’in çabalarıyla Konvansiyon İdaresi tarafından Ecoledeslanguesorientalesvivantes
(Yaşayan Doğu Dilleri Okulu) kuruldu. Hareketin asıl büyük öncüsü, Modern İslam
ve Arabiyat araştırmalarının kurucusu kabul edilen Sylvestre de Sacy[8]
(1758-1838) idi. Arapça, Süryanice, Keldanice ve İbranice bilen Sacy 1811’den
sonra Fransa’ya Doğu Dilleri tercümanları ve bilim adamları yetiştirmiştir.
Fransa 1830’da Cezayir’i işgal ettiğinde, Cezayirlilere hitaben yazılan
bildiriyi Arapça’ya tercüme eden de oydu.
Sacy, çalışmalarıyla çağının oryantalizminin
öncüsü olmuş, Paris de oryantalist çalışmaların başkenti haline gelmiştir.[9]
Oryantalizmin çok eskilere uzanan bir tarihi
olmasına rağmen, “orientalist”
kavramı ilk defa 1779’da İngiltere’de, 1799’da da“orientaliste” Fransa’da kullanılmaya başlamış;”orientalisme” terimi1838 tarihli Dictionnaire de l’AcademieFrançaise (Fransız Dil Akademisi
sözlüğü)’de yer almıştır.[10]
Oryantalizm’in akademik bir disiplin olarak kurumsallaşması
18.yüzyılın son çeyreğinden itibaren ve asıl olarak 19.yüzyılda
gerçekleşmiştir.
Oryantalizm, 19. ve 20. yüzyıllarda en parlak
dönemini yaşamıştır. Bu dönemde hem Batı ülkelerinde, ham de İslam ülkelerinde
oryantalist çalışmalara zemin oluşturan pek çok kuruluş devreye girmiştir.
Müsteşriklerin ilk uluslararası kongresi 1873 yılında Paris’te toplanmış,
böylece bu kurum daha organize hale gelmiştir. O zamandan beri de bu tür
kongreler, yüzlerce oryantalistin katılımıyla düzenli olarak yapılagelmektedir.
Oryantalistler, İslamiyet ve Arap
araştırmaları alanında binlerce araştırma yapıp yayınlamışlardır.İslam araştırmaları
yapan müsteşriklerin 1800 ile 1950 yılları arasında 60 bin civarında kitap
yayınladıkları tahmin edilmektedir.[11]Bunların
en mühimi İslam Ansiklopedisi’dir. Ayrıca Alman oryantalist Carl
Brockelmann[12]
(1868-1956)‘ın, kısa adı GAL olan Geschichte der ArabischenLitteratür
(Arapça Eserler Literatürü)isimli beş ciltlik eseri, Arapça olarak yazılmış
İslami eserleri tanıtan değerli bir eserdir. Ayrıca Arent Jan Wensinck[13] (1882-1939)’in
Concordance et İndices de la TraditionMusulmans (Hadisler Dizini)
isimli, hadislerin fihristini ihtiva eden sekiz ciltlik eseri, hala değerini
koruyan önemli bir çalışmadır.[14]
Oryantalistler genellikle Yahudi veya Hıristiyan
kökenli araştırmacılardır.
Oryantalistlerin incelediği İslami konuların en başında Kur’an-i Kerim
yer almaktadır. Onların bu alanda çalışma yapmalarının sebeplerinden birisi de,
kendi kutsal kitaplarının tarihi gelişiminin ve geçirdiği safhaların
benzerinin, Kur’an için de geçerli olduğunu gösterme gayretidir.[15]
Oryantalistlerin Kur’an’la ilgili iddiaları genelde iki
ana konu üzerinde yoğunlaşmıştır:
1) Kur’an’ın kaynağı
2) Kur’an Tarihi
Kur’an’ın kaynağı konusundaki iddiaları ile
ilgili çalışmalarda Kur’an’i öğretiler ile Kitab-ı Mukaddes ve diğer kutsal
kitapların öğretileri arasında karşılaştırmalarda bulunulur, Kur’an’ın, ona
bağlı olarak da İslam’ın vahye dayalı olmadığı, Kur’an’i öğretilerin diğer
kutsal kitaplardan aşırma olduğu iddiası işlenir. Richard Bell’inTheOrigin of Islam in
itsChiristianEnvironment’i, (London 1926, 1968), Charles Torrey’inTheJewish Foundation of Islam’ı (New
York 1933), ClairTisdall’ınTheSources of
Islam’ı (London 1901) ve I. JakobErwinRosenthal’inJudaismandIslam’ı (New York 1961) bu yöndeki çalışmalardan
bazılarıdır.
Oryantalistlerin Kur’an tarihiyle ilgili
iddialarında ise Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında vahiylerin tamamının yazıya
aktarılamadığı, yazıya aktarılanların yalnızca hukuki karaktere sahip bölümler
ile dua amacıyla kullanılan bölümler olduğu, Mushaf’ın Hz. Ömer’den sonra
halife olan Hz. Osman’a değil de Hz. Hafsa’ya verilmesinden hareketle Hz. Ebu
Bekir dönemindeki derlemenin “resmi bir derleme” değil “kişisel bir koleksiyon”
vasfı taşıdığı, Kur’an’ın ilk toplama işinin Hz. Osman döneminde yapıldığı,
kendisinden hoşlanılmayan Hz. Osman’ın bu imajını bertaraf etmek için Hz.
Osman’ın yalnızca Hz. Ebu Bekirdönemindeki derlemeyi kitaplaştırıp çoğalttığı fikrini
yaymak, Hz. Osman’ın istinsah faaliyetinin dini olmaktan ziyade politik olduğu
vb. birçok iddia yer alır.[16]
Kur’an tarihi alanında yapılmış ilk çalışmalardan birisi GustavWeil’in[17]
ilk baskısı 1844’te yapılan Historisch-kritscheEinleitung
in den Koran (Kur’an tarihi-eleştirel giriş) (Leipzig 1848, 2. baskı)
eseridir. Bu sahada yapılmış en önemli araştırmalardan birisi ise
TheodorNöldeke’nin[18]GeschichtedesQorans (Kur’an Tarihi)(Göttigen
1860) eseridir. Alana dair 19. yüzyılda yapılan en kapsamlı çalışma bu eserdir.
Kitap Batılılar tarafından Kur’an tarihi çalışmaları açısından bir “kilometre
taşı” mesabesinde kabul edilir.Bu eser daha sonraki Kur’an çalışmalarında
oryantalistlerin başlıca kaynağı oldu. Daha sonra eseri öğrencisi
FriedrichSchwally (1863-1919) Nöldeke’nin kitabın ilk baskısına girmeyen
notlarından da yararlanarak genişletti (Leipzig 1909,
1919).GotthelfBergstrasser (1886-1933) (Königsberg 1926, 1929) ve onun
ölümünden sonra yardımcısı OttoPretzl[19]
(1893-1941) (Leipzig 1938) de eser üzerinde çalışmış ve eseri genişletmiştir.
Kitabın son hali büyük bir cilt olarak George Tamer tarafından özenli bir
çalışmayla Arapça’ya da çevrilmiştir (Beyrut 2004).[20]
Oryantalistlerin Kur’an’la ilgili çalışmalarını ise şöyle
gruplandırabiliriz:
1. Kur’an’ı tercüme çalışmaları.
2. Kur’an tarihi ile ilgili çalışmalar. Bu tür
çalışmalarda başlıca şu hususlar üzerinde durulmuştur:
a)
Kur’an’ın kaynağı. Kur’an vahiy mahsulü müdür, değil
midir?
b)
Kur’an’ın sıhhati. Kur’an orijinal şekliyle günümüze
kadar gelmiş midir?
c)
Kıraatlerin mahiyeti.
3. Kur’an’ın muhtevası: Surelerin tertibi, bazı
ayetlerin uygun yerlerde bulunup bulunmadığı, kıssaların kaynağı ve gerçekliği,
huruf-i mukatta’a, nasihmensuh ve Kur’an’da söz konusu edilen daha bir çok konu.
4. Mushafların tarihi ve muhtevasını anlatan
eserlerle, bazı kıraat kitapları başta olmak üzere, bu alanda yazılmış başlıca
yazma eserlerin neşri. Mesela İbnEbi Davud es-Sicistani (316/928)’nin“Kitabu’lMesahif”i
Arthur Jeffery[21]
(Mısır-1936);İbnHaleveyh (370/980)’in “Muhtasar fi Şevazzi’l-Kuran”ıGotthelfBergstrasser
(Kahire -1934); Dani (444/1053)’nin“et-Teysir”iOttoPretzl
(İstanbul-1930); İbnü’lCezeri (833/1429)’nin“Ğayetü’n-Nihaye”siGotthelfBergstrasser
tarafından yayınlanmıştır.[22]
Oryantalistlerin Kıraatlerle İlgili Görüşleri:
Kur’an konusunda istismar edilen hususlardan birisi
de kıraatlerdir. Bazı oryantalistler, Yedi
Harf ruhsatına bağlı olarak gerçekleşen kıraatlerin içtihadi olduğunu ve
mana ile kıraatin caiz görüldüğünü isbata çalışarak, Kur’an metninde bir takım
değişikliklerin olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Müsteşriklerin kıraatler konusunda temel
dayanakları IgnazGoldziher’in[23]
(1850-1921) görüşleridir. Aşağıda görüşlerinden örnekler vereceğimiz bazı
oryantalistler de onun görüşlerini desteklemişlerdir.
Ünlü Alman oryantalist TheodorNöldeke (1836-1930)
kıraatler konusunda şu görüşü benimsemiştir: eski Arap alfabesi eksik ve
kusurlu idi; kısa ünlülere sahip olmadığı gibi, kısmen bazı uzun ünlülere de
sahip değildi. Çok sayıda sessiz harf aynı işaretle belirtilmekteydi. Farklı
usullerle telaffuza imkan tanıyan çok sayıda kelime de söz konusu idi;
telaffuzun / seslendirmenin şüpheli olduğu çok sayıda örnek vardı.
“İslam Ansiklopedisi”ne “Kur’an”
maddesini yazan Danimarkalı şarkiyatçı FrantzBuhl[24] (1850-1932)
kıraatler konusunda şu görüşü benimsemiştir: Kıraat farklılıklarının
sebeplerinden biri Arap yazısının yetersizliğidir. Bu yazıda okunuş okuyucuya
bırakılmıştır (böylece, başkaları arasında, fiilin malum veya mechul şekilde
okunuşunun tercihi). Türlü sessiz harfler tek bir işaretle gösteriliyordu ve
harflerin başta ve ortada yazılışları birbirine benziyordu. Bu suretle birçok
farklar hasıl oldu ve büyük bir serbestiye alışıldı; o derecede ki, kelimenin
yerine müteradiflerini koymaktan veya küçük açıklayıcı kelimeler ilavesinden
korkulmuyordu. Mevcut bütün malumat kaynaklarından istifade ederek, Kur’an’ın
gerçek bir tenkitli neşrini yapmak, yeni ilme düşen bir vazifedir.
AlphonseMingana (1878-1937)de kıraatlerden bir
kısmı, üstlerine ve altlarına konan noktalar aracılığıyla birbirinden ayırt
edilebilen harflere sahip Arap yazısının kusurlu karakterinden
kaynaklanmaktadır. Eski Mushaf yazmaları noktasız olduğu için, belli bir şehre
mensup kıraat alimleri, çoğu zaman, kelimeyi bir başka şehre mensup kıraat
alimleri tarafından benimsenen harflerden farklı harflerle okumuşlardır. Bazı
kıraat farklılıkları da Mushaf’ın yazım şeklinin neticesidir.
İngiliz şarkiyatçı AlferdGuillaume[25]
(1965) ise; “Kur’an’ın üslubu, Muhammed’in harikulade gelişmiş konuşma
kudretini aksettirir. O kadar ki, Hıristiyan Araplar bana, Kur’an’ın dilindeki
güzelliğinin tesirini derinden hissettiklerini söylemişlerdi. Fakat bu kitap
bile gramer hataları ve bizzat Allah tarafından söylenen bir kitaba uygun
düşmeyen değişik kıraatleri ihtiva etmektedir. Bu değişiklikler, Hıristiyan
Kitab-ı Mukaddes’indeki metin değişiklikleri gibi az ehemiyetlidir. Fakat tek
bir tane dahi olsa yanlışsızlık hususundaki iddiaları çürütmeye kafi gelebilir.”demiştir.
Yukarıda birkaç örnekle, müsteşriklerin
kıraatler hakkındaki görüşlerini özetlemeye çalıştık. Şimdi de hepsinin temel
dayanağı olanIgnazGoldziher’in görüşlerine bakalım. Kur’an, Kıraatler ve Tefsir
alanında yapılmış önemli bir çalışma IgnazGoldziher (1921)’in “DieRichtungen
der İslamischenKoranauslegung[26]
(İslam Tefsir ekolleri)” (Leiden-1920, 1952, 1970) isimli eseridir. Onun bu
eserinde yer alan bazı görüş ve iddiaları şunlardır:
a) GoldziherKur’an metninin sübutunun tartışmalı
olduğunu iddia etmiş ve kitabının bir bölümünü bunu isbat etmeye ayırmıştır. Onun
üzerinde durduğu en önemli konu da kıraatlerdir. Kur’an’ın okunması konusunda Müslümanların
serbest bırakıldığı, bunun sonucu olarak da herkesin istediği şekil ve tarzda
Kur’an’ı okuyabildiği, dolayısıyla kıraatler yoluyla Kur’an’ın tahrif edilmiş
olabileceği izlenimini vermek istemiştir.
Yedi Harfle ilgili hadislere dikkat
edildiğinde onun iddia ettiği gibi Kur’an’ın her kesin istediği gibi
okuyabileceği sonucuna ulaşılmaz; aksine kıraatlerin Peygamberimizin öğretmesi
şartına bağlı olduğu anlaşılır. Çünkü bunların tamamında, ihtilafa taraf olan
her sahabi, okuduğu kıraati Rasulüllah’tan öğrendiğini ifade etmiştir. On Kıraat
arasında nakledilen kıraatlerin hepsi de sahabe kanalıyla Peygamberimize ulaşan
rivayetlerdir ve kıraatlerle ilgili rivayetlerin, yalnızca sahih olanlarına
güvenilmiş, mütevatir seviyesine ulaşamamış rivayetlere itibar edilmemiştir. Bu
hassasiyet, Peygamberimiz zamanından günümüze kadar titizlikle muhafaza
edilmiştir.
b) Goldziher: Üçüncü halife Hz.Osman’ın Kur’an’ı
istinsah ettirmesi, -onun tabiriyle- “yazıya dökme işlemi, kıraatleri teke
indirmek maksadıyla yapılmış; fakat bunda başarılı olunamamıştır.” Demiştir.
Goldziher’in burada iki hatası vardır:
Birincisi: Kur’an-i Kerim’in Hz. Osman
zamanında yazıya geçirilmesidir. Kur’an-i Kerim Peygamberimiz zamanında tamamen
yazıya geçirilmiş, onun vefatından bir sene sonra Hz. Ebu Bekir zamanında bir
kitap halinde bir araya getirilmiş ve Hz. Osman zamanında da bu asıl nüshadan
birkaç nüsha daha yazılarak belirli merkezlere gönderilmiştir.
İkincisi ise: Hz. Osman’ın kıraatleri bire
indirmek gayesiyle Kur’an’ı istinsah ettirdiği iddiasıdır. Oysa Hz. Osman’ın
Kur’an’ı istinsah ederken gayesi sahih olmayan veya tefsir kabilinden ziyade
edilmiş bir takım rivayetleri Mushaf dışında bırakarak, olabilecek ihtilafları
önlemek ve Müslümanları güvenle okuyabilecekleri Mushaflara sahip kılmaktı.
Yani Hz.Osman’ın kıraatleri bire indirmek gibi bir gayesi yoktu.
c) Goldziher’e göre Kıraat farklılıklarının
ortaya çıkmasına sebep olan en büyük etken Arap yazısının özelliğidir. Bu
yazıda birbirine benzer harflerde ayırt edici noktaların konulmaması ve
kelimelerin harekelenmemiş olması, farklı kıraatleri ortaya çıkaran en önemli
iki etkendir.O bu iki “gerçeği” açıklamak için birkaç örnek de vermiştir:
Araf suresinin 7/48. ayetini sonunda yer alanتستكبرونlafzınınتستكثرونşeklinde, Bakara suresinin 2/54.ayetinde yer
alan فاقتلوا lafzının فاقىلوا şeklinde, Tevbe suresinin 9/114. ayetinde yer alan وعدها اىاه kelimesinin اباه şeklinde okunduğunu iddia etmiştir.
Oysa On Kıraat arasında böyle rivayetler
yoktur. Üstelik bu, şaz kıraatler arasında bile yer almamaktadır. Hem de aynı
imlayı taşıyan fakat noktasız yazılmış bulunan bütün kelimelerin mutlaka birden
fazla kıraatinin bulunması gerekirdi ki böyle kelimelerin bazılarında ittifak,
bazılarında ise ihtilaf vardır. Bu ihtilaf ise, yazıdan kaynaklanmamış, Hz.
Peygamber’e ulaşan isnatla o şekilde öğrenildiği için öyle okunmuştur.Örneğin
Kur’an-i Kerim’deوماىفعلوامن خير lafzını ihtiva eden dört
ayet vardır. Bunların üçü (Bakara 2/197, 215, Nisa 4/127) ittifakla “ta” ile;
birisi (Alü İmran 3/115) ise Hafs, Hamze, Kisai ve Halefü’lAşir tarafından “ya”
ile, diğerleri tarafından “ta” ile okunmuştur. Eğer yazıda nokta bulunmadığı
için farklı okunsaydı hepsinde de ihtilaf olması gerekmez miydi?
Bununla birlikte Hz. Osman’ın Mushaf’ı
istinsah ettirmesinin sebebi bazı bölgelerde görülen kıraat ihtilaflarıdır.
Yani anlaşılacağı üzere kıraat farklılıklarının sebebi Mushafların noktasız ve harekesiz
yazılmış olması değildir; çünkü kıraat farklılıkları bu Mushaflardan önce de
mevcuttu.Hz.Osman Mushaflarına, bütün sahih kıraatleri ihtiva etmesi için nokta
ve hareke konulmamıştı. Bu bakımdan, kıraat ihtilafları yazıdan
kaynaklanmamaktadır; nakle dayandığı için, her Kıraat İmamı veya ravi’si
kendisine ulaşan şekilde okumaktadır. Noktalar da Arap yazısında önceden
biliniyordu.[27]
d) Goldziher kıraatler arasında çelişki bulunduğu
ve birbirine zıt manalar ortaya çıktığını iddia etmiştir.
Bunu isbat etmek için verdiği örneklerin üçü de mütevatir
kıraatler arasında bulunmamaktadır. Örneğin: Saffat Suresini 37/46بىضاء لدة للشاربين ayetini Abdullah b. Mesudun صفراء şeklinde[28]
okuduğunu iddia etmiştir. Anlam olarak böyle bir okunuş doğru olsa da mütevatir
nakille gelmediği için bu kıraat sahih değildir.
Yazar kitabında On Kıraat arasında sahih olmayan böyle
misalleri verdikten sonra bunların “çelişki” olduğunu iddia ediyor ki, sahih
kabul edilmemiş kıraatler üzerine bina ederek ulaştığı bu hükmü elbette ciddiye
alınmaz. Ve kıraatlerin ortaya çıkardığı manalar arasında herhangi bir çelişki
ve tutarsızlık bulunmamaktadır.
e) Ona göre müstensih hatalarından kaynaklanan
kıraatler de vardır. Bu konuda Nisa
4/162’de geçen والمقيمين kelimesi üzerinde durur.
Hz.Osman’dan ve Hz.Aişe’den gelen bazı
rivayetlerde onların bunu “katip hatası” olarak değerlendirdikleri bildirilir.
Rivayete göre Mushaflar yazıldıktan sonra Hz.Osman’a sunulmuş. Hz.Osman bazı
hatalar (harfler) görmüş ise de: “Onları oldukları gibi bırakın; Araplar onları
dilleriyle düzeltecektir. Eğer katipSakif’ten, yazdıran da Huzeyl’den olsaydı,
bunlar bulunmazdı” demiştir. Ancak bu haber senet yönünden zayıftır.[29]
İçerik yönünden de doğru olamaz. Çünkü istinsah işinin baş sorumlusu ve heyeti
kuran, katipleri seçen Hz. Osman’dır. Katiplerden şikayetçi olması ve Mushaf’ta
hata görerek susması ne kadar inandırıcı olabilir?
Diğer rivayette ise Hz. Aişe’ye Nisa suresi
4/162’deki والمقيمين, Maide suresi 5/69’daki والصابؤن ve Taha suresi
20/63’deki ان هدان lafızlarında hata olup olmadığı
sorulmuş. O da “Bu katiplerin işidir; Kur’an’ı yazarken hata etmişlerdir”
demiştir. Fakat bu haberlerde geçen “lahn” kelimesi “okunuş hatası” değil
“lügat, lehçe” anlamındadır. Hz. Osman ve Hz. Aişe gibi önde gelen sahabilerin Mushaf’ta
hata görüp susmaları da mümkün değildir.
f) Goldziherbazı bilgileri birbirine
karıştırarak, yanlış yorumlayarak ve yine bir takım zayıf rivayetlere dayanarak
mana ile kıraatin (el-kıraabi’l-ma’na) caiz görüldüğünü iddia etmiştir.
Bu iddiasını isbat etmek için bazı bilgileri
birbirine karıştırmış, yanlış yorumlamış ve yine bir takım zayıf rivayetlere
dayanmıştır. Hz. Peygamber’in “Ey Ömer!
Rahmet ayetini azab, azab ayetini de rahmet kılmadıkça, Kur’an’ın (bu
okunuşlarının) hepsi dedoğrudur”[30]
anlamındaki hadisini Hz. Ömer’in sözü olarak nakleden yazar, bu rivayeti
gerekçe göstererek; kelimelerin manasında esaslı bir ihtilaf olmadığı sürece ve
sahabeye dayandırmak kaydıyla, belli bir kıraati gözetmeden, manaya uygun
kıraatin caiz görüldüğünü iddia etmektedir. Oysa bu hadis; “manasını ters yüz
etmedikçe, Kur’an’ı istediğiniz gibi okuyabilirsiniz” anlamına gelmez. Kur’an Yedi
Harf üzerine indirildiği için öğretilen kıraatlerden birisi ile okumak
yeterlidir.
Öte yandan, ilgili rivayetler incelendiğinde,
ortaya çıkan kıraat farklılıklarının sahabenin ictihadıyla değil,
Peygamberimizden öyle öğrenildiği için okunduğu açıkça görülmektedir.
Sahabenin: “Bunu bana Rasulüllah okuttu”,
“Ben bunu Rasulüllah’tan öğrendim” şeklindeki ifadeleri bunu gösterir.
g) Goldziher yine sahih olmayan bir rivayete
dayanarak meşhur kıraatlerden farklı olarak gerçekleşen bazı kıraatlerin
“Rasul’ün kıraati” adı altında kabul edildiğini kaydetmektedir.
Zemahşeri’ninel-Keşşaf’’ından
naklettiği bir rivayette Tevbe suresinin 129.ayetinin Rasulüllah, Fatıma ve
Aişe’ye atfedilen bir kıraatte “fa”nın üstünüyle “enfesikum: sizin en
iyinizden” şeklinde okunduğunu kaydetmiştir. Bu, İbnMuhaysın’a da izafe
edilen şaz bir kıraattir. Mütevatir kıraatler arasında bulunmadığı için kıraat
olarak itibar edilmez. Verilen bu örnek incelendiğinde bunun kıraat değil,
tefsir olduğu açıkça görülür. İlgili ayette: “Sizekendi içinizden bir Peygamber gelmiştir”
buyurulmaktadır. Kıraat olarak rivayet edilen ifadeye göre ise mana “sizin en hayırlınızdan bir Peygamber
gelmiştir”demektir. Bazı eserlerde yer alan bu tür rivayetler ya nesh
edilmiş kıraatlerdir; yada Peygamberimizin tefsir, açıklama mahiyetinde
söylediği sözlerdir. Bu tür rivayetler Peygamberimizin kıraati olmuş olsaydı
mütevatir On Kıraat arasında yer alırdı.
IgnazGoldziher (1921) “DieRichtungen der
İslamischenKoranauslegung (İslam Tefsir ekolleri)” (Leiden-1920, 1952,
1970) isimli eserinde buna benzer bir çok iddiaya yer vermiş ve bu iddialarını
isbat etmek için klasik dönem alimlerinin eserlerini ve bazı rivayetlerin bir
kısmını ve zayıf rivayetleri kullanmıştır.
Oryantalistler kıraatler hakkında bir takım yanlış
hükümlere varırken dayandıkları rivayetleri elbette kendileri uydurmuş
değildir. Onlar, Müslümanların eserlerine aldıkları rivayetleri kullanmaktadır.
Ancak işlerine geldiği nakilleri alıp değerlendirdikleri; kaynaklarda bunların
her biriyle ilgili olarak verilmiş cevaplara yer vermedikleri de bir gerçektir.[31]
Sonuç olarak; kıraatlerle ilgili bu tür iddialar, bir
takım zayıf rivayetlere dayanılarak ortaya atılmıştır. Üstelik ilgili zayıf
rivayetler hakkında Müslüman bilginler tarafından yapılan değerlendirmeler
zikredilmemiş, bilgi ve değerlendirmeler tek taraflı olarak kaydedilmiştir.
Aynı konularla ilgili sahih ve meşhur rivayetler çoğu defa göz ardı edilmiştir.
Oryantalistler kıraat farklılıklarını “Mushafların yazı
özelliği”, “tefsir amacıyla ilaveler yapılması”, “eş anlamlı kelimeler
kullanılması”, “müstensih hataları” gibi sebeplere bağlamışlardır.
Oryantalistlerin kıraatler konusunda bilerek ve ya bilmeyerek gözden
kaçırdıkları en önemli nokta ise Kur’an’ın yazı ile nakli yanında,
Peygamberimiz zamanından itibaren şifahi olarak ve okunarak da nesilden nesile
kesintisiz nakledilmiş bulunması ve kıraat farklılıklarının o zamandan beri
mevcut olmasıdır. Kaldı ki Kur’an sadece yazı ile değil, Müslümanların
hafızalarında yaşayarak ve okunarak da günümüze kadar gelmiştir.
DİPNOTLAR:
[2] Bu
makalenin hazırlanmasında Prof.Dr.Abdurrahman Çetin’in Kur’an-i Kerim’in
İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar - Oryantalistlerin Görüşleri (Ensar Neşriyatı, 3. Baskı, İstanbul 2013)
kitabının beşinci bölümünden (s. 305-376) yararlanılmıştır.
[3]
Bulut, Yücel, “Oryantalizm’in Tarihsel Gelişimi Üzerine Bazı Değerlendirmeler”,
Marife Dergisi,yıl 2, sayı 3, kış
2002,s. 14-15.
[4]
Çetin, Abdurrahman, Kur’an-i Kerim’in
İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar-Oryantalistlerin Görüşleri-,Ensar
Neşriyatı, 3. Baskı, İstanbul 2013, s. 313, 320.
[5]
Bulut, Yücel, “Oryantalizm’in Tarihsel Gelişimi Üzerine Bazı Değerlendirmeler”,
Marife Dergisi,yıl 2, sayı 3, kış
2002,s. 18-19
[6]GuillaumePostel
– Fransız şarkiyatçılığının kurucularındandır. Avranches’a bağlı Barenton
yakınındaki Dolerio köyünde yoksul bir anne babadan doğdu ve onları küçük yaşta
kaybetti. ParisteSainte-BarbeCollege’inde okudu. Grekçe, Latince, İbranice ve
diğer semitik dilleri öğrendi. Fransa’nın 1535’te Osmanlı Devletine gönderdiği
ilk daimi elçi olan Jean de la Forest’in maiyetinde yer aldı. İstanbul’da sokak
Rumcası, Osmanlı Türkçesi, Arapça, Kıptice ve Ermenice’yiöğrendi. 1538 yılında Linuarumduodecimcharacteribusdifferentiumalphabetum(12
Dilde Alfabe: İbranice, Süryanice, Eski Keldanice, Samarraca, Arapça, Habeşçe,
Rumca, Gürcüce, Sırpça/Boşnakça, İlirya Dili, Ermenice ve Latince) adlı
kitabını yayımladı. 1538-1539’da Fransızca ilk Arapça Grameri olan GrammaticaArabica’yıyayımladı. Fransa’ya
döndükten sonra College de France’de matematik, Grekçe ve İbranice
profesörlüğüne getirildi. Bir ara Viyana Üniversitesinde de ders
verdi.Geçirdiği bunalım sonucunda hocalığı bıraktı. 1555’te sapıklık
suçlamasından hapse atıldı ve hapishanede 3 yıl yattı.Daha sonra Paris’te Saint
Martin-des-Champs Manastırı’na kapatıldı ve orda öldü.
[7]
Thomas Erpenius – Hollandalı şarkiyatçı ve semitisttir. Gorkum’da doğdu. Leiden
Üniversitesi’nde ilahiyat okudu. Hocalarının yönlendirmesiyle Arapça öğrenmek
için önce İngiltere’ye sonra ise Fransa’ya gitti. Paris’te yaşayan Kıpti alimi
Yusuf b. Ebu Zerkan ile de pratiğini geliştirdi. Arapça sarf ve nahiv ilimleri
üzerine yazılmış klasik eserleri okudu. Arapça’nınMağrib lehçesini de
geliştirdi. 1612 yılında Hollanda’ya döndü ve Leiden Üniversitesi’nde yeni
açılan Doğu Dilleri bölümüne Arapça hocası olarak atandı. Sami Dillerin
mukayesesini yaptı. Kendi evinde kurduğu matbaada Arap literatürüne ait
eserlerin neşrine çalıştı.
[8]Sylvestre
de Sacy – 1758’de Paris’te doğdu. Fransa’da Arapça, İslam ve YakınDoğu
çalışmalarının öncüsü olmuştur. Arapça’nın dilbilgisi ve prozodik yapısını
incelemiş, ayrıca Dürzilik, Doğu Tarihi, coğrafyası, yazıt ve sikkeleri üstüne
de araştırmalar yapmıştır. Eski Mısır dilinin incelenmesine ve hiyerogliflerin
çözülmesine de katkıda bulunmuştur. 1785’te Fransa Akademisi’nde eski yazıtlar
ve edebiyat akademisyeni oldu. Daha sonra Fars dili profesörü, 1815’te Paris Üniversitesi’nin
rektörü, 1828’den sonra daEcoledeslanguesorientalesvivantes
(Yaşayan Doğu Dilleri Okulu)’in yöneticisi oldu. Aynı yıl -ömrünün sonuna
kadar- Fransa Yazma Eserler Akademisi’ne genel sekreter seçildi. O, Doğu’yu bir
bilim alanı olarak tanımlayan kişidir.
[9]
Bulut, Yücel, “Oryantalizm’in Tarihsel Gelişimi Üzerine Bazı Değerlendirmeler”,
Marife Dergisi,yıl 2, sayı 3, kış
2002,s. 20-29.
[10]Rodinson,
Maxime, “Oryantalizmin Doğuşu”, (trc. Yüksel, Ahmet Turan), Marife Dergisi, yıl 2, sayı 3, kış 2002,
s. 179.
[11]
Çetin, Abdurrahman, Kur’an-i Kerim’in
İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar-Oryantalistlerin Görüşleri-,Ensar
Neşriyatı, 3. Baskı, İstanbul 2013, s. 315-316.
[12]
Carl Brockelmann – 1868’de Almanya Rostock’da doğdu. 20. Yüzyılın en önemli
Doğu bilimcilerinden biridir. İbrani, Arami ve Süryani dillerini lisede,
Yunanca, Latince, Arapça, Habeşçe, Türkçe, Sanskritçe ve Ermeniceyi
üniversitede öğrendi. Sami dillerini mukayeseli inceledi. Aynı zamanda Türkiyat
sahasında da çalışmalar yaptı. 1890’da doktor, 1893’te Breslav (bugün
Polonya’da) Üniversitesinde doçent, 1900 senesinde de profesör oldu. Halle,
Königsbergve Berlin Üniversiteleri’ndederslerverdi. 1935’teüniversitedenayrıldıysada
1947’de yeniden Halle Üniversitesi’nedöndü. 1956’da öldü.Kitap, makale, tanıtım,
tenkitvebenzeriçalışmalarınınsayı 600’ü bulur.
[13]Arent
Jan Wensinck – 1882’de Hollanda’da doğdu. Rahip olan babası gibi İbranice ve
Süryanice’yi öğrendi. 1901’de
kaydolduğu Utrecht Üniversitesi’nde bir yıl teoloji okuduktan sonra Sâmî
dillerine yöneldi ve TheEncyclopaedia of Islam’ın baş editörü MartinusTheodorusHoutsma ile
çalıştı. 1904 yılından itibaren çalışmalarını Leiden Üniversitesi’nde sürdürdü.
1927’de bu üniversitenin Arapça bölümünün başkanlığına getirildi.
Wensinck muhtelif din ve
kültürlerin İslam’ın teşekkülündeki izlerini tesbit etmek amacıyla mukayeseli
araştırmalar yaptı. İslam’daki birçok fıkhi düzenlemenin Yahudi kaynaklarına
dayandığını iddia etti. 1939’da Leiden’de öldü.
[14]
Çetin, Abdurrahman, Kur’an-i Kerim’in
İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar-Oryantalistlerin Görüşleri-,Ensar
Neşriyatı, 3. Baskı, İstanbul 2013, s. 317.
[15]
Çetin, Abdurrahman, Kur’an-i Kerim’in
İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar-Oryantalistlerin Görüşleri-,Ensar
Neşriyatı, 3. Baskı, İstanbul 2013, s. 325.
[16]
Maşalı, Mehmet Emin, Kur’an’ın Metin
Yapısı –Mushaf Tarihi ve İmlası-, Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara 2015, s.
105-108.
[17]GustavWeil
– 1808’de Almanya’nın Salzburg şehrinde doğdu. Yahudi bir ailenin çocuğuydu.
Küçük yaşlarında İbranice, Fransızca ve Latince öğrendi. 12 yaşında haham olan
dedesinden Talmud’u okudu. 1828’de Heidelberg Üniversitesi’ne kaydoldu. 1830’da
eğitimine devam etmek için Paris’e gitti. Burada Arapça ve Süryanice öğrendi. Fransızlar’ın Cezayir’i işgal etmesi
üzerine eğitimine ara verip AugsburgerAllgemeineZeitung gazetesinin muhabiri
sıfatıyla Cezayir’e gitti. Ocak 1831’de Mısır’a geçip Kahire’de Mehmed Ali Paşa
tarafından yeni açılan EbûZa‘bel Tıp Medresesi’nde Fransızca öğretmenliğine
başladı. Bu sırada Muhammed Ayyâd et-Tantâvî ve Ahmed et-Tûnisî gibi hocalardan
Arapça, Farsça ve Türkçe dersleri aldı. Almanya’yadöndüktensonra
1836’da TübingenÜniversitesi’ndendoktorvehemenardından Heidelberg
Üniversitesi’ndendoçentunvanlarınıaldı. 1845’ten
itibarenaynıüniversitedeDoğudilleriderslerinegirdi. 1861
yılındaDoğudilleriprofesörlüğünetayinedildi. Böylece Heidelberg
Üniversitesitarihinde ilk defayahudiasıllıbirprofesörkadroyaalınmışoldu. 29
Ağustos 1889’da Almanya’nın Freiburg imBreisgauşehrindeöldü.
[18]TheodorNöldeke
– Sami ve İslam araştırmalarıyla ünlü Alman Doğu bilimci. 1836’da Almanya
Hamburg’da doğdu. Çeşitli akademik görevlerde bulunduktan sonra Strasbourg
Üniversitesi’nde Doğu Dilleri profesörü (1872-1906) oldu. Kur’an Tarihi üzerine
çalışmalar yaptı. Sami Dilleri ile birlikte Türkoloji ve İranistik ile de
ilgilenmiştir. Nöldeke dil ve edebiyat tarihi ile ilgili çalışmalarının yanı
sıra sık sık İslam tarihinin problemleriyle de ilgilenmiştir. Geschichte der
PerserundAraberzurZeit der Sasaniden (1879;
Sasani Dönemine Değin Perslerin ve Arapların Tarihi) adlı çalışmasıyla et-Taberi'nin Arapça vakayinamesini Almancaya aktardı. Genel okur kitlesine yönelik yapıtları arasında OrientalischeSkizzen (1892, Doğu'dan Çizgiler) ve DasLebenMohammeds (1863; Muhammed'in Yaşamöyküsü)
sayılabilir.
[19]OttoPretzl
– 1893’te Almanya’nın Bavyera (Bayer) eyaletinde doğdu. Münih Üniversitesi’nden
mezun oldu. Lisansüstü çalışmalarını Kitab-ı Mukaddes üzerine yaptı.Akkadca,
Habeşçe, İbranice, Süryanice, Mısır Arapça’sı ve Kıptice, Farsça ve Türkçe
öğrendi. Ortadoğu ve Afrika’da pek çok Arap ülkesine seyahatler yaptı,
buralarda Kur’an tarihi, kıraat vb. konulara dair yazma eserler, mikrofilmler
ve fotoğraflar elde etti. Pretzl,
1933 yılında Münih Üniversitesi’ne Sâmî dilleri ve şarkiyat hocası olarak tayin
edildi. 1935’te Bergsträsser’in yerine kürsü başkanı oldu. Aynı zamanda Bavyera
Bilimler Akademisi üyesi seçildi. Ardından Kur’an tarihi ve kıraat üzerindeki
çalışmalarını daha da yoğunlaştırdı. Hocasının ölümünden (1933) sonra onun
tarafından başlatılmış olan eserlerin neşri çalışmalarını üstlendi.II. Dünya
Savaşı çıkınca 1939 yılı sonunda orduya katıldı. 28 Ekim 1941’de içinde
bulunduğu uçağın Sivastopol’da düşmesi üzerine öldü.
[20]Birışık,
Abdulhamit, Kıraat İlmi ve Tarihi, Emin
Yayınları, 2. Baskı, Bursa 2014, s. 167-168.
[21]
Arthur Jeffery – 1893’te Avustralya Melbourne’da doğdu. Melbourne Üniversitesi
Doğu Dilleri bölümünden mezun oldu. Kısa bir süre Hindistan’daki bir misyoner
okulunda öğretmenlik yaptı. 1921 yılında Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’ne
şarkiyat hocası olarak davet aldı. Mısırdaki alimlerle tanışarak kıraat ilmiyle
ilgili çalışmalarını derinleştirdi. 1929’da
Edinburgh Üniversitesi’nden (İngiltere) doktor unvanı aldı. 1938’de Amerika
Birleşik Devletleri’ne geçip Columbia Üniversitesi’nin (New York) Yakın ve
Ortadoğu Dilleri Bölümü’ne başkan oldu; aynı zamanda bir ilâhiyat okulunda
(UnionTheologicalSeminary) dinler tarihi dersleri verdi. Bir taraftan da Alman
şarkiyatçısı GotthelfBergsträsser’in başlattığı ve ölümü üzerine OttoPretzl’in
sürdürdüğü Münih’teki Kur’an arşivi projesine katkıda bulundu. Ancak Pretzl’in
II. Dünya Savaşı’nda öldürülüp arşivin tahrip edilmesi yüzünden büyük ümitlerle
gerçekleşmesini beklediği bu önemli proje sonuçsuz kaldı. Ömrünün son
yıllarında telif çalışmalarına ağırlık veren Jeffery 2 Ağustos 1959’da Nova
Scotia’daki (Kanada) yazlığında öldü.
[22]
Çetin, Abdurrahman, Kur’an-ı Kerim’in
İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar-Oryantalistlerin Görüşleri-,Ensar
Neşriyatı, 3. Baskı, İstanbul 2013, s. 317-318.
[23]IgnazGoldziher
(1850-1921), yahudi asıllı Macar şarkiyatçısıdır. 22 Haziran 1850’de Sigetvar’da
doğdu. Babası deri tüccarıydı. Koyu bir yahudi çevrede büyüdü. Dört yaşından
itibaren İbranice öğrenmiş ve Tevrat dersleri almaya başlamıştır. On altı
yaşında Budapeşte Üniversitesine girdi. Burada Türkçe, Farsça ve Arapça
öğrendi. Ünlü oryantalistlerden dersler aldı. 1873-1874 yıllarında Yakındoğu
gezisine çıktı. İstanbul, Beyrut, Şam, Kudüs ve Kahireye gitti. Kahire’de Ezher
hocalarının derslerini takip etti ve Ezher talebesi cübbesini giyen ilk gayri
müslim Avrupalı oldu. Seyahati boyunca Macar İlimler Akademisi Kütüphanesi için
Arapça yazma ve basılı kitaplar aldı. 1897
ve 1899 yıllarında toplanan XI ve XII. Şarkiyatçılar Kongresi’ne sunduğu iki
raporunda bir İslâm ansiklopedisinin telifi için hazırlandığı projeyi tanıttı.
Aslında böyle bir teklif daha önce William Robertson Smith tarafından da
yapılmış (1882), fakat yayıma ancak 1908’de başlanabilmişti. Uzun yıllar
boyunca Budapeşte Yahudi Cemaati’nin idari ve eğitim sekreterliğini yaptı. 1910’da
Macar Krallığı saray müşaviri oldu. Bazı oryantalistler onu “İslami
araştırmaların tartışılmaz üstadı” ve “deha”, bazı Müslüman bilginler ise
“şarkiyatçıların en tehlikelisi, tesiri en geniş ve en çok ifsat edici ” olarak
değerlendirmişlerdir.Goldziher’in çeşitli dillerde yayımladığı kitap ve
makalelerin sayı 700’ü aşmıştır.
[24]Frantz
Buhl – 1850’de DanimarkaKopenhag’da yahudi bir ana babadan dünyaya geldi.
Kopenhag Üniversitesi’nde ilahiyat ve Doğu dilleri eğitimi aldı, Arapça
öğrendi. Ayrıca Aramice ve İbranice’yi de öğrendi. 1889’da bir Ortadoğu
gezisine çıktı ve yazacağı eserler için kaynak topladı. Farklı görevler
yaptıktan sonra 1911 yılında Kopenhak Üniversitesi’ne rektör tayin edildi.
İslam Ansiklopedisi’nin ilk neşrinde otuzu aşkın maddeyi o yazmıştır. Özellikle
klasik Arapça ve Cahiliye şiiri başta olmak üzere Arap dili ve edebiyatı
üzerine çalışmalar yapmıştır.
[25]AlferdGuillaume
– 1888-1965. Hadis ilmi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan İngiliz
şarkiyatçı. Oxford Üniversitesi’nde teoloji ve Doğu dilleri okudu. 1. Dünya
savaşı sırasında Mısır’da İngiliz Ordusu’nda yüzbaşı olarak çalıştı. Savaş sonrası
Durham ve Londra Üniversiteleri’nde görev yaptı. II. Dünya savaşı sırasında
Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde misafir profesör olarak bulundu. 1947-1955 yıllarındaLondraÜniversitesi’ndeArapçaprofesörlüğüve
The School of Oriental and African Studies’in Yakın
veUzakdoğuBölümübaşkanlığıgörevlerindebulundu. 1951’de İstanbul’datoplanan
XXII. MilletlerarasıMüsteşriklerKongresi’nekatıldı. 1953’te İstanbul
ÜniversitesiEdebiyatFakültesi’nindavetlisiolarakBatıdakiİslâmaraştırmalarıüzerinebeşayrıkonferansverdivebukonferansıylaTürkilimçevrelerindehaylitepkiçekti.
1955-1957 yıllarıarasındayinemisafirprofesörolarakAmerikaBirleşikDevletleri’nin
Princeton Üniversitesi’ndeArapçaokuttu.
[26]Louis
MassignonIgnazGoldziherin“Die Richtungen der İslamischen Koranauslegung” isimli
kitabını “Goldziher’in şaheseri” olarak nitelemiştir. Bu eser, Abdulhalim
en-Neccar tarafından “Mezahibi’t-Tefsiri’l-İslami”ismiyle Arapçaya çevirilmiştir (Kahire -1955). Aynı
eseri Mustafa İslamoğlu Arapça tercümesinden “İslam Tefsir Ekolleri”
adıyla Türkçeye aktarmıştır (İstanbul-1997).
[27] M.
Hamidullah’ın bildirdiğine göre bugüne kadar bulunan en eski papirüs hicri 22.
yıla yani Hz. Ömer dönemine aittir ve bu papirüste خ د
ش ن harflerinin üstünde noktalar
vardır.
[28]Ayette
cennet içeceğinin beyaz ve berrak olduğu ifade edilmiştir. İbn-i Mesud’un
rivayeti olduğu iddia edilen okunuşta ise cennet içeceğinin sarı olduğu ifade
edilmiştir. İçeceklerin birkaç türlü olması gayet tabiidir. Buna rağmen böyle
bir kıraat sahih değildir.
[29] Bu
haberi naklettiği bildirilen Yahya b. Ya’mer ve Abdullah b. Abbas’ın kölesi
olan İkrime, Hz.Osmanı görmemiştir.
[30]Ahmed
b. Hanbel, “el-Müsned” IV, 30
[31]
Çetin, Abdurrahman, Kur’an-i Kerim’in
İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar-Oryantalistlerin Görüşleri-,Ensar
Neşriyatı, 3. Baskı, İstanbul 2013, s. 325-376.