Dünyaya nizam verme cür’et ve iddiasındaki süper devlet ABD’nin; Bosna – Hersek olaylarıyla birlikte bölgede Osmanlı’yı yakalamaktan ve geride bıraktığı boşluğu doldurmaktan ne kadar uzak olduğunu itiraf etmesi ne kadar manidar.
Bu durumu Türkiye’nin eski Dışişleri Bakanlarından Hikmet Çetin şu şekilde anlatmaktadır:”1992 yılında Bosna-Hersek konusunda bir toplantı yapılıyordu. Türkiye de çağrıldı. Miloseviç, Karadziç hepsi oturuyorlardı. Benim yanımda Amerika Dışişleri Bakanı vardı. Yugoslavya’da yedi yıl büyükelçilik yapmış. Bana dönerek: ‘Siz bu felaket yerlerde 500 yıl nasıl kaldınız?’ dedi.
Osmanlıyı teb’ası müstevli olarak kabul etmemiş, Osmanlı da hiçbir ülkeye sömürgeci gözüyle bakmamıştır. Bu noktada, dünyayı sömürge dilimlerine ayırmış emperyalistlerin insanlık dışı kabahat ve ayıplarını kamufle etmek psikozuyla Osmanlı’ya “emperyalist yaftasını” yapıştırmaya kalkışmaları tamamen sırıtmaktadır.
Tarihin bağrında en mûtenâ yerleri kaplamış, bizim adımıza iftihar tablosu teşkil eden sayısız misâllerden, deryada katre olabilecek birkaç çarpıcı noktayı daha takdim edelim:
Devlet Zamanı
Bir Sırp ilim adamı, Osmanlı’nın Sırbistan’dan aldığı vergiyi ve orada yaptığı yatırımın envanterini çıkardığında; Sırbistan’ın ödediği vergiden çok daha fazla buraya genel bütçeden pay ayırdığını tesbit etmiştir. Hiç böyle olmasaydı, Sırp dilinde “devlet zamanı” diye bir kavram yerleşir miydi? Bugün bile ihtiyarlar “devlet zamanı” deyimiyle Osmanlı’yı kast etmektedirler.
Macaristan ilimler Akademisi tarafından yapılan araştırmalara göre Osmanlı Devleti Macaristan’a aldığından daha fazlasını vermiştir. Şöyle ki halktan topladığı 7 milyon akçeye mukabil aynı yıl 21 milyon akçe tutarında yatırım yapmıştır. Fransız yazar Michelet ise şu tarihi kaydı düşerek ele aldığımız meseleye katkı da bulunmaktadır:
“1526’da (Mohaç’a giden) 200.000 kişi ekilmiş tarlalara ayak basmadan ve tek bir ot koparmadan yaya olarak imparatorluğun Rumeli yakasını bir baştan bir başa geçmiştir.”
Bütün bunlara karşılık asırlar boyunca hükmettiği bu topraklarda, Osmanlı’nın yüzünü kızartacak ve tarihimize silinmesi güç kara bir leke olarak geçecek herhangi bir ırkî asimilasyona, kültür emperyalizmine, din değiştirme baskısına, hele hele bugün Sırplar’ın yaptığı gibi “etnik temizlik” ve “Jenosid” uygulamalarına rastlamaya kesinlikle imkân yoktur.
Tarihçi Malefin “Orta Çağ” isimli eserinde yer alan şu enfes tahlili, bu konuyu hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kat’iyyette ispatlamaktadır:
-“Osmanlı fütuhatı zamanında bir Sırp, Bulgar, Yunan hükümetleri olmamıştır, ama Türkler milletlerin sosyal varlıklarına hiç dokunmadıkları içindir ki, bağımsızlıklarını kazanınca kolayca millî devlet haline gelebilmişlerdir.”
Drina Irmağı’nın batısı Almanların, doğusu Osmanlılar’ın elindeydi. Batısında insanlar Almanca konuşmaya, Katolik mezhebini benimsemeye mecburdular; aksi takdirde kılıçtan geçiriliyorlardı. Ama Osmanlı’nın hâkim olduğu ülkelerde isteyen istediği gibi konuşuyor, istediği dini ve mezhebi seçiyordu. Bunun için yüzyıllar boyunca mazlum milletler bakımından Osmanlı hâkimiyeti en güvenli sığınaktı.
Pişmalık Gözyaşları
Panslavizm propogandasına kanarak Rusya’ya göç eden bazı Bulgarlar tekrar Bulgaristan’a dönebilmek arzusuyla 30 Ocak 1892 tarihinde Osmanlı Devleti’ne yaptıkları müracaatta; Osmanlı’nın sâdık bir teb’ası iken, bazı fesatçıların kötü emellerine alet olarak kandırıldıklarını pişmanlık dolu şu ifadelerle dile getirmişlerdir:
“Ecdadımız Osmanlı idaresinde rahat ve her türlü nimet ve adalet ile dolu bir hayat sürmüşken, bizler Rusya’ya gitmekle ne yazık ki bir tuzağa düşmüş olduk… gece gündüz pişmanlık göz yaşı döküyoruz. Bu yerden kurtulmamız için bizler gibi kandırılan diğer Bulgar hemşerilerimizle birlikte affedilerek tekrardan Osmanlı topraklarına dönebilmemiz hususunu niyaz ederiz.”
Neredesin Ey Türk
1997 yılı Ocak ayında Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin Başkenti Belgrad’da 52. gününe giren muhalefet protestolarında açılan pankartlar arasındaki; “Türk Yönetimine Özlem” ve “Nerdesin Ey Türk (Osmanlı) Yönetimi Altındaki Günler” şeklindeki Osmanlı’yı övücü yazılar protestocuların ilgi odağı olmuş ve hüsnü kabul görmüştür.
Muhalefet liderlerinden Sırp Yenilenme Hareketi Başkanı Vuk Draskoviç Sırplar’ın Osmanlı yönetiminde bile şimdikinden çok daha iyi hayat sürdüğünü, Türkler’in çok adaletli olduğunu defalarca tekrarlamıştır. Bosna Savaşı sırasında, trajedinin barışçı yaklaşımla sona erdirilmesi için gayret göstermiş olan Vuk Draskovic konuşmalarında Miloseviç rejiminin Türk adaletinden ders alması gerektiğini belirtmiştir.
16. yüzyılda Osmanlı’nın gelişme yolu üzerinde direnen ve pek çok defa savaşa tutuşmuş olmasından ötürü Katolik Avrupa tarafından kendisine “Hristiyan Şövalye” unvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan ölüm döşeğinde evlatlarına gayet düşündürücü olan şu nasihati vermiştir:
“Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız. Asla Rus’a yanaşmayın; haindir sizi yok eder!. Fakat kendinizi Osmanlılar’a emanet edin; âdil ve merhametlidirler
Kaynak: Akademikperspektif.com
merhametlidirler!