Zehra Tokur
Karanlığın aydınlığa borçlu olduğu gece, Hak ile batılın cihadı sarmıştı yeryüzünü. Masmavi dalgaların ortasında direniş gösteren bilhassa özgürlüğün gemisiydi mavi Marmara. Dünyanın dört bir yanından gelen Türk’ü, Arap’ı, İngiliz’i; Müslümanı Hristiyan’ı… Umudun yolculuğuna, insanlığın vicdanı sloganıyla yol almışlardı.
Gökyüzünde yıldızlar, sanki gemiye rotasını gösterircesine parlıyordu adeta…Kimileri dua edip, kuran okuyup, namaz kılmakla meşgulken kimileri istişareler yapıp birbirlerine tesellide bulunuyordu. Elbette zorlu bir yolculuktu ama inançları diri tutuyordu ruhlarını. Herkes kendi muhasebesini yapıyordu. Nelerle karşılaşacaklarını an be an düşünmeye koyulmuşlardı. Yüreğimizin diğer yarısı Kudüs için ne varsa yapacaklarına ant içmişlerdi.Karanlığın aydınlığa borçlu olduğu gece, Hak ile batılın cihadı sarmıştı yeryüzünü. Masmavi dalgaların ortasında direniş gösteren bilhassa özgürlüğün gemisiydi mavi Marmara. Dünyanın dört bir yanından gelen Türk’ü, Arap’ı, İngiliz’i; Müslümanı Hristiyan’ı… Umudun yolculuğuna, insanlığın vicdanı sloganıyla yol almışlardı.
Zaman ilerliyor, gecenin zifiri karanlığı umutlarını öldürmüyor bilhassa daha da güçlendiriyordu. Gecenin bir vakti kurşunların sesi dalgaları ürkütürken, gemideki sessizlik ölümsüzlüğe meydan okuyordu. Ta ki o zamana kadar. Sessizlik gemiyi rehine almış, adeta fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Tan yeri ağarmaya başlarken, ansızın baskına gelen Siyonist zalimler tarafından özgürlüğün gemisi kuşatılmıştı. Ya olacaklardı ya öleceklerdi. Sirenler, anonslar birbirini kovalıyordu. O sırada güvertenin bir köşesinde 19 yaşında delikanlı Furkan Doğan kamerası ve elinde defteri ile hasbi haldi. Zamanı gelmişti belki de hissediyordu olacakları. O anda yüreğinden kalemine şu sözler dökülmüştü; “Şahadet şerbetine son saatler inşallah. Var mıdır acaba daha güzel şey. Varsa o da sadece annemdir. Ama ondan ben de emin değilim. Kıyasları çok zor. Salon büyük oranda boşaldı. Şu ana kadar olmayan ciddiyet bir anda herkesi kapladı” diyerek tarihe not bırakmıştı. Sanki adım adım hayaline koşuyordu. Tam güverteden aşağı inecekti ki, şehadete bir adım daha yaklaşmıştı Filistin davasına gönül vermiş mazlumun derdiyle dert eden Asımın nesli; Furkan.
İnancının verdiği inşirahlık bedenini sarmıştı o an. Ona isabet eden kurşun hayallerine atılan bir güldü sanki. O an yere yığıldı Furkan, çehresinde hafif bir tebessüm kondu. Gökyüzündeki esinti şahit olurcasına hırçına büründü sanki ortamdan etkilenip bir şeylere işaret edercesine…
Zalim israil son model silahlarıyla, tüfekleriyle gemiyi bombardıman altına tutup planlarını gerçekleştirseler de Allah’ın da bir planı olduğunu unutmuşlardı. O gece göğe 9 kanatsız melek yükselmişti. O gün ne kadar da adaletsiz bir gece idi. Kimilerinin hayalleri gerçekleşirken, kimilerinin hayalleri mavi sulara düşmüştü. Evlatlarımız, annelerimiz, geleceğimiz yetim kalmıştı tıpkı Kudüs gibi..
Asıl mesele ya hürriyet ya şehadetti. Umuda koşanlardı şehadetten nasiplenenler. Unutmayacağız Ali Haydar Bengileri, Cengiz Songürleri, Çetin Topçuoğlu’nu, Necdet Yıldırımlar, Cevdet Kılıçlar’ı İbrahim Bilginer, Fahri Yıldız’ı, Cengiz Akyüz, ve Furkan Doğan’ı..
Evvela mazlumlara ses olacağız, zalimlere kin kusacağız. Peygamberin (sav) yolunu tutup meş’alemiz KURAN, rotamız İSLAM olup yürüyeceğiz bu yolda. Yolumuz çetindir. Ayağını seven gelmesin diyenlere “Bacağımızı Kopartıp Geliriz” diyeceğiz. Haykıracağız hakikati: “İmandan vazgeçmedikçe, Kudüs’ten vazgeçmeyeceğiz. Vazgeçmeyeceğiz bütün dünya bilsin ki; bir elimize güneşi, diğer elimize ayı verseler de biz bu davadan vazgeçmeyeceğiz.”
Velhasıl kelam, rotamızdır;YA ZAFER YA ŞEHADET!