28 Ağustos 2018 Salı

Bilinmezlik Bildirisi

Simge Cesur
Menteşesi gıcırdayan bir kapı açıldı. Girenler sol ayakla giriyor sağ ayakla çıkıyor. Penceresiz oda, odaya giren kalabalık insancıklar. Adımlarıyla beraber neyi öldürdüler ki çıkarken hiçbirini göremedik. Bu kalabalık bedava olan ne için yığılmıştı kapıya, bu kız neden o sandalyeden  kalkmak istemiyor.
Defter niçin masada, kalem niçin elindeydi. Neyi vadetmişti sarı kağıtlara. Rüzgar neden koparmış takvim yaprağını. Direnmeyen yaprak.. Niçin, niye, kimi boykot ediyorsun ey yaprak! Geleceğin laneti mi çarpmış kapına da bu hırçın rüzgara dönersin. Bu rüzgar ne getirdi böyle gıcırdayan kapıya, ruha dönüşen kalabalığa, masada oturan kıza. Gece, akşam sefalarına saldırıyor, ay yıldızlara darılıyor. Toprak merhum ve merhumeye sarılıyor. Işıklar pervanelere, bezenen yüz suya, su aynaya, tabanı yırtık kundura çatlak topuklara, lekenen ruh genç bedene, beden uçup gidene sitemkar. Milyon toplu iğne iki bin iğneden geçiyor. Bulgur kalburdan, un elekten, hayat imtihandan, gözler iki hidrojen bir oksijenden, kötürüm işçiler müphem hayadan geçiyor. Fahişleşmiş körpe hayatlar. Tecavüze uğrayan kalem, gayrimeşru doğan cümleler... Kilitli bir defter, kayış gibi küfürler, kana karışan anemi, uluyan it, başlayan pus, bağıran in, kaçıp giden nakus. Yankılanan ezan, ezana secde eden imam, arkasında cemaat. Avluda sayılı ayakkabı. İnsanlar ikircikli. Günah çıkartırken işlenen günahta bir hinlik. Cennet yerinde cehennem düşünüş, solunan amonyak bir hava...

Ağlayan tabut, akmayan girye, toprağa karışan çakıl.. Devam eder mi? Cevap gerektirmeyen bir soru biter mi...