6 Nisan 2018 Cuma

Yavuz Sultan Selim

Derya Erkan

24 Nisan 1512’de Osmanlı Devleti’nin tahtına dokuzuncu padişah olarak geçen, Yavuz Sultan Selim[1] döneminde devletin sınırları genişlemiş ve devlet büyük bir güç hâline gelmiştir. Bu dönemde Osmanlı Devleti ile Memlûkler arasında büyük çaplı bir mücadele yaşanmış ve mücadelelerin sonucunda da önemli savaşlar meydana gelmiştir. Yavuz Sultan Selim’in bu dönemde Suriye ve Mısır seferleri çok önemlidir bu seferler sonucunda ilk olarak Memlûklerle 1516 yılında Merc-i Dabık Savaşı yapılmış ve bu savaşı Osmanlı devleti kazanmıştır.
Daha sonra 1517 yılında Osmanlı ve Memlûkler arasında yaşanan Ridaniye Savaşı’yla Mısır ele geçirilmiş, Memlûkler ortadan kaldırılmış ve halifelik Osmanlı Devleti’ne geçmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasındaki Sina çölünü geçmesi büyük bir başarıdır.
            Bu çerçevede 8 yıl Osmanlı Devleti’nin başında kalan Yavuz Sultan Selim’in başarılı bir hükümdarlık dönemi geçirmesi ve devletin sınırlarını genişletip devletin büyümesini sağlaması, şayana değer bir iştir. Yavuz Sultan Selim’in yapmış olduğu seferler sırasında büyük ganimetler elde etmesi, aynı zamanda devletin ekonomi alanında da büyük bir güç hâline gelmesini sağlamıştır.
Merc-i Dabık Savaşı (24 Ağustos 1516)
Suriye ve Mısır'ın Osmanlı Devleti’nin eline geçmesiyle sonuçlanacak bir dizi savaşın ilki ve en önemlisidir. Hz. Davud'un makamının bulunduğuna inanılan Dabık sahrasında cereyan etmiştir. Burası Halep'in yaklaşık 38 km. kuzeyinde Antakya'dan Menbic'e giden yol üzerinde, Kuveyk ırmağı kenarındaki Dabık adlı yerleşim biriminin yakınında yer alır. Merc Arapça da "otlak, çayırlık, düz yer" anlamına gelmekte olup "Dabık sahrası. Dabık çayırlığı" anlamında buraya Merc-i Dabık denmiştir.[2]
Osmanlı ordusunda toplam 300 top vardı. Sağ kanata Vezir-i azam Sinan Paşa kumandanlık ediyordu. Diğer kumandanlar; Anadolu beylerbeyi Sultan-zâde Zeynel Paşa, Karaman beylerbeyi Husrev Paşa, Dulkadir beylerbeyi Şehsuvaroğlu Ali Paşa, Ramazanoğlu Mahmud Bey idiler.
Sol kanatta Vezir Yunus Paşa kumandanlık ediyordu. Diğer kumandanlar Rumeli beylerbeyi Yusuf Paşa, Rum beylerbeyi Sultan-zâde Damad İsfendiyaroğlu Mehmed Paşa, Diyarbakır beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa, Yavuz Sultan Selim’in kayınpederi Kırım hanı Mengli Giray’ın iki oğlu, Saadet ve Mübarek Giraylar bulunuyordu.
Memlûk ordusunun Merkezinde Sultan Kansu Gavri bulunmaktaydı. Sağ kanadında Suriye Şam naib-i Şeybek, sol kanadında ise Kuzey Suriye Halep naib-i saltanası Hayrbey kumandanlık ediyordu.[3] Osmanlı Memlûk orduları sayı ve teçhizat bakımından bir birine benzemekteydi. Her iki ordunun da kuvvetleri eşit miktarda sayılırdı. Ama Osmanlı ordusunun elinde çok iyi kullandıkları ateşli silâhlar, özellikle de sahra topları bulunmaktaydı. Osmanlılar ateşli silâhlar, teşkilât, kumanda heyeti, sevk idare bakımından Memlûklerden üstündü. Buna karşılıkta Memlûklerinde süvari kuvvetleri meşhurdu ve çok güçlüydüler.
Yavuz Sultan Selim, önce Halep’e yürüdü. Halep valisi ve halkı Osmanlı tarafına geçti. 24 Ağustos 1516’da Merc-i Dabık’da Kansu Gavri’nin ordusuyla karşı karşıya geldi ve savaş Yavuz Sultan Selim’in mutlak galibiyetiyle sonuçlandı.[4]Hama, Humus, Şam ve Halep Osmanlı ordusu tarafından fethedildi.[5] Sultan Gavri Savaş sonunda ölmüştür. Ölümü hakkında birçok görüş vardır. İbn-i Ayas, savaştan kaçarken atından düşüp öldüğünü söyler. Şükri ise savaştan iki gün sonra bir genç tarafından ölü bulunmuş ve başını kesip sultana getirdiğini yazar. Hoca Saaddedin de Şükri gibi benzer ifadeler kullanır.[6] Savaş sonunda içlerinde esir düştükten sonra itaat etmeyen bazı emirlerin de bulunduğu 2000 kadar Memlûk askeri idam edildi. Yavuz Sultan Selim Halep'e girdikten sonra, şehirde bulunan Abbasî halifesini kabul ederek ona iyi muamelede bulundu. Burada kendi adına hutbe okuttu.
Merc-i Dabık Savaşı’nda Osmanlı Devleti Suriye, Lübnan ve Filistin'in hakimiyetini sağlayarak Mısır yolunu açtı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki şehirlerde Osmanlı hakimiyetini sağlamlaştırdı. Dolaylı olarak Safeviler'in beklentilerini boşa çıkardı. Memlûk Sultanlığı'nın tarih sahnesinden silinişinin ilk önemli adımını attı.[7] Merc-i Dabık Savaşı’nın kazanılmasında etki eden faktörler, Yavuz Sultan Selim ve komutanlarının üstün sevk ve idare yeteneği ile Osmanlı askerlerinin üstün savaş kuvveti olmasıdır. Yavuz Selim’in savaşın en kritik anında Memlûklerin her iki Osmanlı kanadına tehlikeli şekilde kuşatmalarına karşı aldığı ani kararla yanındaki ihtiyat kuvvetlerini sevk ederek durumu düzeltmesidir.
Şam’ın işgalinden hemen sonra Mısır üzerine gidilmedi; Yavuz Sultan Selim orduyu yeniden düzenledi. Urban’ı alarak askerlerine para ve hediyeler verip gönüllerini aldı.[8] Kendisine gelip sığınan bazı Memlûklü emirlerini affetti ve onları Suriye’deki sancaklara bey olarak atadı. Durzileri de memnun etmek için Maanoğlu’na da sancakbeyliği verildi. Memlûklü ordusu büyük bir kısmının imha edilmesi ve Suriye, Elcezire, Çukurova ve Filistin’i kaybetmeleri nedeniyle artık o bölgeye ordu sevk edecek kuvvetleri kalmamıştı. Osmanlılar, dört beş ay burayı teşkilâtlandırdı.[9] Trablus, Kudüs ve Safed’e Osmanlı beyleri arasından sancak beyleri tayin etti. Yavuz Sultan Selim, Gazze’nin alınması için kuvvet sevk etti.[10] Çünkü Gazze Mısır’ın fethi için önemli bir üsttü.
            İki ordu Gazze’nin güney- batısındaki Vezir Yunus Paşa’nın adını taşıdığı Hûn-Yunus kasabasının yakınında karşı karşıya geldi ve Osmanlılar mutlak bir galibiyet kazandı; Gazze alındı. Böylece Memlûk Devleti’nin Asya’da askeri kalmadı, Afrika’ya tıkanıp kaldılar.[11]
Ridaniye Savaşı  (22 Ocak 1517)
Mısır’a yürüyen Yavuz Sultan Selim’in geçmesi gereken Mısır ve Filistin arasında yer alan Sina Çölü bulunuyordu. Tarihte bu çölü aşmayı başaran yabancı orduların Mısır’a hakim oldukları görülmektedir. Vaktiyle bu çölü aşan Persler ve Büyük İskender Mısır’ı fethetmişlerdir. Onun için bu yola “Fatihler Yolu” denilmektedir.
            Osmanlı ordusu çölü geçerken şans eseri yağmurun yağması, kumların katılaşması ordunun geçmesini kolaylaştırdı. Salihiye’den, Kahire’ye kadar Araplar Türk ordusunu devamlı tacize ve ordunun su ihtiyaçlarına mani olmaya çalıştılar. Memlûklü Sultanı Tomanbay’ın tüm uğraşları boşa gitti. [12]Yavuz Sultan Selim, Akdeniz kıyılarından fazla uzaklaşmayarak kuzeyden Sina’yı geçmiştir. Yavuz’un 13 günde geçtiği çölü, I. Dünya Savaşı’nda Türk ordusu, tekniği gelişmesine rağmen 11 günde ancak geçebilmişlerdir.[13] Osmanlı Devleti’nin bu çölü geçmesi bir dönüm noktası olmuş, Mısır’ı fethi için Yavuz Sultan Selim’in önünde pek bir engel kalmamıştı.
      Memlûk Devleti’nin sonunu hazırlayan ve Mısır' ın Osmanlı Devleti’nin eline geçmesine yol açan savaş, Kahire önlerinde Matariye ile Cebelülahmer arasında Ridaniye (Reydaniye ) denilen mevkide meydana geldiği için bu adla anılır.[14]
            Osmanlı ordusunun savaş düzeni; sağ kanatta Anadolu beylerbeyi Mustafa Paşa, sol kanatta Rumeli beylerbeyi Sinan Paşa(küçük), merkez hattında Yavuz Sultan Selim’in yerine,  Vezir-i azam Sinan Paşa(Hadım) yer almaktaydı. Yavuz Sultan Selim, düşmanın plânını öğrendikten sonra arazi keşfine çıkmıştı. Olası bir saldırıda nasıl hareket edeceğini plânlamıştı.[15]
Osmanlı ordusu 21/22 Ocak 1517 (Çarşamba /Perşembe ) gecesi kılavuzların yardımıyla El Mukattam dağını dolaşmış süratle savaş düzenini almış. 22 Ocak sabahı saldırı için hazırlanmıştı. Yavuz Sultan Selim, gün ağırmasıyla beraber Ridaniye‘de güçlendirilmiş mevzi karşısında zayıf kalan Osmanlı kuvvetleri bu mevzie cepheden saldırıyla düşman tespit edildi. Topçuların ve yeniçerilerin açtığı yoğun ateş desteği ile düşmanın gerisinden saldırıya başlamış ve onları baskına uğratmışlardı.
Memlûk ordusu özellikle Osmanlıların böyle birden bire gerilerinde görünerek ters cepheli savaşa zorlandıklarını ve yaptıkları düzenlemeler bir işe yaramadığını ve mevzideki çakılı topların etkisiz kaldığını görmeleri nedeniyle şaşırmıştı. Fakat at ve silah kullanmakta becerikli olan Memlûk kuvvetleriyle güneyden gelen tehlikeye yönelmiş tam anlamı ile bir baskınla karşı karşıya kalmalarına ve Osmanlı topçusunun ve tüfeklerinin şiddetli ateşine karşın yine de ileri atılmışlardı. Merkez kesiminde saflar tümüyle birbirine girmiş, iki taraf da kahramanca savaşmaya başlamıştı. Bu yakın savaş ve boğuşma kayıpların artmasına neden olmuştu. Özellikle Osmanlı topçusunun ve tüfeklerinin açtığı ateş sırasında Memlûkler, pervasızca ileri atılmalarının cezasını ağır kayıplara uğrayarak ödemişlerdi. [16]
            Savaş sırasında bir ara Canberdi el-Gazali kuvvetleri Osmanlı sağ kanadına, Şehsuvaroğlu Ali Bey üzerine saldırarak bir başarı sağlamışlarsa da Sinan Paşa’nın gayretiyle durum düzeltilmişti. Başarıdan umudunu kesen Memlük Sultanı Tomanbay, son bir umutla Osmanlı ordusunun merkezine hücum ederek Yavuz Sultan Selim’i yakalamak veya öldürmek, böylece hem Merc-i Dabık’ın öcünü almayı ve hem de Osmanlı ordusunu başsız bırakarak onu yenilgiye uğratmayı amaçlamıştı. Bizzat Tomanbay yanına Alanbay ile Kurtbay’ı ve zırhlı süvari askerlerinden alarak müthiş bir hamle ile Yavuz Selim’in merkez grubundaki karargâhına saldırdı. Bu sırada Yavuz Selim otağında bulunmadığından padişah zannı ile Vezir-i azam Hadım Sinan Paşa’yı, Alanbay ile Kurtbay da Ramazanoğlu Mahmut Bey ile baş Hazinedar Ali Ağa’yı öldürdüler. Bunlardan Alanbay kurşun yarası almasına rağmen hep birlikte karargâhlarına dönmeyi başardılar.[17]
Savaş 22 Ocak gün doğuşundan akşama kadar bütün şiddetiyle devam etmiş ve savaşın sonucu belli olmuşsa da bazı bölgede 23 Ocak ikindiye kadar çarpışmalar devam etmiştir. Fakat at ve silah kullanmakta Memlûklerden daha üstün olan Osmanlıların silah ve savaş eğitimi üstünlüğü karşısında Memlûklerin, teslim olmak veya kaçmaktan başka yapacak çareleri kalmamıştı. Yavuz Sultan Selim gibi bilgili, cesur bir komutanın emir ve komutasındaki Osmanlı ordusu, vatanlarını korumak için, canlarını dişlerine takarak çarpışan Memlûklere son darbeyi indirerek onları yenilgiye uğratmıştı.[18] 
23 Ocak 1517 akşama doğru savaş sona erdiği zaman, Memlûk askerlerinden kurtulabilenler Kahire’ye ve oradan da Sait vilayetine kaçmışlardı. Ordunun önünde Kahire şehri bulunduğu ve karanlık da bastığı için takip yapılamamıştı. Takibin yapılamamış olması, çarpışmaların daha bir vakit almasına ve kayıpların artmasına neden olmuştu.
Mısır ordusunun yakalanan bir kısım önemli emirleriyle, ele geçirilen tutsaklar Hadım Sinan Paşa’nın ve bazı Türk ileri gelenlerinin intikamını almak amacıyla Yavuz Selim’in önünde idam edilmişlerdi. Savaş alanında her yer kana bulanmış ve Memlûk kayıpları bazı kaynaklara göre 25.000 ölüyü bulmuştu. Savaşta şehit olan Vezir-i azam Hadım Sinan Paşa ile Adana Beyi Ramazanoğlu Mahmut Bey, Haznedarbaşı Ağa’nın cenazeleri 23 Ocak 1517 Cuma günü Kahire’de törenle kaldırılmış ve Şeyh Timurtaş Halife zaviyesinde görülmüştü. Memlûklerden de birçok ileri gelenler, emirler ve beyler ölmüştü.[19] Memlûkler bu kadar kayıp vermelerine rağmen yine de pes etmemişlerdir.
24 Ocak 1517 Kahire fethedildi. 4 Şubat 1517’de Abbasi Halifesi ile Yavuz Sultan Selim Kahire’ye geldiler. Herkese güven sağladıklarını, alışveriş yapmalarını, çarşı ve dükkânları açmalarını, kimseye rahatsızlık verilmeyeceğini, zulüm kapısının kapanıp adalet kapısının açıldığını, insanlara rahatsızlık verenlerin hükmünün yok edildiğini bildirdiler.[20] Yavuz Sultan Selim halkın güvenini de kazanmış oldu. Yavuz Sultan Selim, Kahire’ye girişinden sonra ilk Cuma namazında adına hutbe okuttu. Minbere çıkan hatip onun ünvanını “ Hadim- Üman Haremeyn-i Şerifeyn”[21] diye zikrettiği zaman Yavuz Sultan Selim,  Şükür Secdesine kapanıp sevinç gözyaşlarını dökmüştür.[22]  Osmanlı geleneğinde hutbe okutmak hakimiyetin ve bağımsızlığın sembolü olarak kabul edilirdi.
Ridaniye muharebesi kesin bir sonuç vermekle beraber asıl hedef olan Mısır’ın fethi hemen mümkün olmamıştır. Memlûkler çok büyük bir direniş göstermişlerdi. Yavuz Sultan Selim’in amacı ise Kahire’ye her hangi bir zarar vermeden almaktı ayrıca şehrin ekonomik ve sosyal hayatına zarar vermemek için çok hassas davrandı. Yavuz Sultan Selim zorluk çıkarmadan teslim olan tüm Memlûklerin affedileceğini ilân etmiştir. Fakat Tomanbay ve ona yakın Memlûk komutanları teslim olmamak için baya direnmişlerdir. 28 Ocakta, sabaha karşı, güneş doğmadan Tomanbay, 10.000 kişilik bir orduyla Kahire’ye girdi. Yavuz Sultan Selim, Kahire dışındaydı. Şehirde Osmanlının, küçük bir birliği bulunuyordu, Tomanbay, bunları kılıçtan geçirdi. Vezir-i azam Yunus Paşa, şehri geri almak için Kahire’ye girdi.  Uzun bir süredir istilâ görmemiş Mısır Türkleri,  kadınlarının katılmasıyla şehirde şiddetli çatışmalar oldu. Arap halkı tarafsız kalmış, Türkler ve Türkleşmiş Çerkesler, evlerini savunuyorlardı. 30 Ocakta Tomanbay, çekilmek zorunda kaldı. Şehir tekrar Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine geçti.[23] Memlûk beyleri, teslim oldular ve affedildiler. Canberdi Gazali de bunların arasında yer alıyordu.
 Tomanbay, Said bölgesine kaçarak orada affedilmesi için bir mektup gönderdi. İki defa kendisine “affedildin” diyerek aman mektubu gönderilmesine rağmen buna inanmamış, mektubu getiren heyetteki kadıları öldürmüştür. Yavuz Sultan Selim’in gönderdiği kadıların öldürüldüğü ve Tomanbay’ın, Mısır’ın güneyinden Cize’ye doğru hareket ettiği haberi geldi. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim askerlerini toplayıp Cize’ye hareket etti. Tumanbay ve Yavuz Sultan Selim arasında Kumü'l-Hamam savaşı yapıldı. Tomanbay, 3.000 kişiyle saldırıya geçti. Tomanbay, yakalandı ve 13 Nisan 1517 de idam edildi.[24]
Yavuz Sultan Selim,  Eylülün ikinci haftasına kadar sekiz ay Mısır’da kaldı. Burada yerli bir takım ıslahatlar yaptı;  kendisini tebrik etmeye gelen Urban şeyhlerini güler yüzle karşıladı. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de emirlik yapan Memlük Devleti’ne bağlı olan Emir Şerif Ebû Berekat, oğlu Şerif Ebû Nümey vasıtasıyla Mekke’nin anahtarını gönderip Yavuz Sultan Selim’e takdim etti.[25] Selim, Ebû Nümey’in şerif olarak kalmasını kabul etti ve kendisine bir ‘ahidname’ verdi. Pahalı hediyeler gönderdi.[26]Yavuz Sultan Selim Mısır’a vali olarak Hayırbay’ı beylerbeyi yaptı. İstanbul’a dönmek için 10 Eylül 1517 yılında Kahire’den ayrıldı.[27] 




[1] Yavuz Sultan Selim’in doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte 1470 tarihinde Amasya’da doğduğu söylenir. II.Bayezid’in en küçük oğludur. Annesi Dulkadirbey’i Alaüddevle Bozkurt’un kızı Gülbahar
Hatun’dur, kardeşleri Ahmed, Korkut, Mahmud, Alemşah ve Şahinşah’tır. Yavuz Sultan Selim, orta boylu, çatık kaşlı ve sert bakışlı, sakalsız, gür ve uzun bıyıklı yuvarlak ve koç burunlu olarak tasvir edilir. Devlet işlerini sıkı şekilde takip ettiği, son derece disiplinli ve kararlı, sert mizaca sahip birisi ve sözüne sadık bir insandı. Bkz.
Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul 2010, s. 29-35. ; Emecen, “I.Selim”,TDVİA, C. XXXVI, İstanbul 2009,s. 407.
[2] Emecen, “Mencidabık Muharebesi”,TDVİA, C.XXIX, İstanbul 2004,s.174.
[3]  Öztuna,  Büyük Osmanlı Tarihi, s.26-27.
[4] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), (Çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları,
   İstanbul 2016,s.38.
[5] Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, s.286.
[6]  Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.754-756.
[7] Emecen, “Mencidabık Muharebesi”, s.176.
[8] Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, s.287.
[9] Yücel –Sevim, Osmanlı Klasik Döneminin Üç Hükümdarı Fatih- Yavuz- Kanuni, s.132.
[10] Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.756.
[11] Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, s.32.
[12] Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.759.
[13] Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, s.33.
[14] Feridun Emecen, “Ridaniye Savaşı”,TDViA, C. XXXV, İstanbul 2008,s.87.
[15] Yücel – Sevim, Osmanlı Klasik Döneminin Üç Hükümdarı Fatih- Yavuz- Kanuni, s.133.
[16] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi Mercidabık (1516) Ve
   Ridaniye (1517) Meydan Muharebeleri, C. III,GenelkurmayBasımevi, Ankara 1990, s.119.
[17] Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.761.
[18] Elhossary, Memlük Kaynaklarına Göre Yavuz ve Kanuni Dönemerinde Mısır ve Şam’da Çıkan İsyanlar, s.43.
[19] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi Mercidabık (1516) Ve
   Ridaniye (1517) Meydan Muharebeleri, s.121.
[20] Elhossary, Memlük Kaynaklarına Göre Yavuz Ve Kanuni Dönemerinde Mısır ve Şam’da Çıkan İsyanlar, s.45.
[21] Hicaz bölgesindeki Haremeyn-i Şerifeyn, iki kutsal şehir anlamına gelmektedir. Bunlardan birisi Mekke, diğeri ise Medine şehridir. Medine, Mekke gibi XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı idaresini tanımıştır. Medine, mukaddes bir şehir olduğu için tarihî süreç içinde Abbassiler döneminden itibaren Osmanlı dönemine kadar muhtelif İslâm ve Türk devletlerinin hükümdarları tarafından büyük bir önem verilmiştir. Bu önem Abbassiler döneminde başlamış, Osmanlı Devleti zamanında daha da artmıştır. Bkz. An’am Mohamed Osman Elkabashı, Osmanlı Medinesi: XVI. Yy’da Mukaddes Bir Şehrin İdari, Sosyal ve Ekonomik yapısı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ( Basılmamış ) Doktora Tezi, İstanbul 2006, s 3.
[22] Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.762.
[23] Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, s.36-37.
[24] Yücel- Sevim, Osmanlı Klasik Döneminin Üç Hükümdarı Fatih- Yavuz- Kanuni, s.134-135.
[25] Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, s.292.
[26] İnalcık, Devlet-i’ Aliyye, s.143.
[27] Halil İnalcık, Devlet-i’ Aliyye, C. I,Türkiye İşbankası Yayınları, İstanbul 2014, s.143.