24 Nisan 1512’de Osmanlı Devleti’nin tahtına
dokuzuncu padişah olarak geçen, Yavuz Sultan Selim[1]
döneminde devletin sınırları genişlemiş ve devlet büyük bir güç hâline
gelmiştir. Bu dönemde Osmanlı Devleti ile Memlûkler arasında büyük çaplı bir
mücadele yaşanmış ve mücadelelerin sonucunda da önemli savaşlar meydana
gelmiştir. Yavuz Sultan Selim’in bu dönemde Suriye ve Mısır seferleri çok
önemlidir bu seferler sonucunda ilk olarak Memlûklerle 1516 yılında Merc-i
Dabık Savaşı yapılmış ve bu savaşı Osmanlı devleti kazanmıştır.
Daha sonra 1517
yılında Osmanlı ve Memlûkler arasında yaşanan Ridaniye Savaşı’yla Mısır ele
geçirilmiş, Memlûkler ortadan kaldırılmış ve halifelik Osmanlı Devleti’ne
geçmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasındaki Sina çölünü geçmesi
büyük bir başarıdır.
Bu çerçevede 8 yıl
Osmanlı Devleti’nin başında kalan Yavuz Sultan Selim’in başarılı bir
hükümdarlık dönemi geçirmesi ve devletin sınırlarını genişletip devletin
büyümesini sağlaması, şayana değer bir iştir. Yavuz Sultan Selim’in yapmış
olduğu seferler sırasında büyük ganimetler elde etmesi, aynı zamanda devletin
ekonomi alanında da büyük bir güç hâline gelmesini sağlamıştır.
Merc-i Dabık Savaşı (24 Ağustos
1516)
Suriye ve Mısır'ın Osmanlı Devleti’nin eline
geçmesiyle sonuçlanacak bir dizi savaşın ilki ve
en önemlisidir. Hz. Davud'un makamının bulunduğuna inanılan Dabık sahrasında cereyan etmiştir. Burası Halep'in yaklaşık 38 km. kuzeyinde
Antakya'dan Menbic'e
giden yol üzerinde, Kuveyk ırmağı kenarındaki Dabık adlı yerleşim biriminin yakınında yer alır. Merc Arapça da "otlak, çayırlık, düz yer" anlamına gelmekte olup "Dabık sahrası. Dabık çayırlığı" anlamında buraya Merc-i Dabık denmiştir.[2]
Osmanlı ordusunda toplam
300 top vardı. Sağ kanata Vezir-i azam Sinan Paşa kumandanlık ediyordu. Diğer
kumandanlar; Anadolu beylerbeyi Sultan-zâde Zeynel Paşa, Karaman beylerbeyi
Husrev Paşa, Dulkadir beylerbeyi Şehsuvaroğlu Ali Paşa, Ramazanoğlu Mahmud Bey
idiler.
Sol kanatta Vezir Yunus
Paşa kumandanlık ediyordu. Diğer kumandanlar Rumeli beylerbeyi Yusuf Paşa, Rum
beylerbeyi Sultan-zâde Damad İsfendiyaroğlu Mehmed Paşa, Diyarbakır beylerbeyi
Bıyıklı Mehmed Paşa, Yavuz Sultan Selim’in kayınpederi Kırım hanı Mengli
Giray’ın iki oğlu, Saadet ve Mübarek Giraylar bulunuyordu.
Memlûk ordusunun
Merkezinde Sultan Kansu Gavri bulunmaktaydı. Sağ kanadında Suriye Şam naib-i
Şeybek, sol kanadında ise Kuzey Suriye Halep naib-i saltanası Hayrbey
kumandanlık ediyordu.[3]
Osmanlı Memlûk orduları sayı ve teçhizat bakımından bir birine benzemekteydi.
Her iki ordunun da kuvvetleri eşit miktarda sayılırdı. Ama Osmanlı ordusunun
elinde çok iyi kullandıkları ateşli silâhlar, özellikle de sahra topları
bulunmaktaydı. Osmanlılar ateşli silâhlar, teşkilât, kumanda heyeti, sevk idare
bakımından Memlûklerden üstündü. Buna karşılıkta Memlûklerinde süvari
kuvvetleri meşhurdu ve çok güçlüydüler.
Yavuz Sultan Selim, önce
Halep’e yürüdü. Halep valisi ve halkı Osmanlı tarafına geçti. 24 Ağustos
1516’da Merc-i Dabık’da Kansu Gavri’nin ordusuyla karşı karşıya geldi ve savaş
Yavuz Sultan Selim’in mutlak galibiyetiyle sonuçlandı.[4]Hama, Humus, Şam ve Halep
Osmanlı ordusu tarafından fethedildi.[5] Sultan Gavri Savaş sonunda
ölmüştür. Ölümü hakkında birçok görüş vardır. İbn-i Ayas, savaştan kaçarken
atından düşüp öldüğünü söyler. Şükri ise savaştan iki gün sonra bir genç
tarafından ölü bulunmuş ve başını kesip sultana getirdiğini yazar. Hoca
Saaddedin de Şükri gibi benzer ifadeler kullanır.[6] Savaş sonunda içlerinde
esir düştükten sonra itaat etmeyen bazı emirlerin de bulunduğu 2000 kadar
Memlûk askeri idam edildi. Yavuz Sultan Selim
Halep'e girdikten sonra, şehirde bulunan Abbasî halifesini kabul
ederek ona
iyi muamelede bulundu. Burada kendi adına hutbe okuttu.
Merc-i Dabık Savaşı’nda Osmanlı Devleti Suriye,
Lübnan ve Filistin'in hakimiyetini sağlayarak Mısır yolunu açtı. Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'daki şehirlerde Osmanlı hakimiyetini sağlamlaştırdı. Dolaylı olarak
Safeviler'in beklentilerini boşa çıkardı. Memlûk Sultanlığı'nın tarih
sahnesinden silinişinin ilk önemli adımını attı.[7]
Merc-i Dabık Savaşı’nın kazanılmasında etki eden faktörler, Yavuz Sultan Selim
ve komutanlarının üstün sevk ve idare yeteneği ile Osmanlı askerlerinin üstün
savaş kuvveti olmasıdır. Yavuz Selim’in savaşın en kritik anında Memlûklerin
her iki Osmanlı kanadına tehlikeli şekilde kuşatmalarına karşı aldığı ani
kararla yanındaki ihtiyat kuvvetlerini sevk ederek durumu düzeltmesidir.
Şam’ın işgalinden hemen sonra Mısır üzerine
gidilmedi; Yavuz Sultan Selim orduyu yeniden düzenledi. Urban’ı alarak
askerlerine para ve hediyeler verip gönüllerini aldı.[8] Kendisine gelip sığınan
bazı Memlûklü emirlerini affetti ve onları Suriye’deki sancaklara bey olarak
atadı. Durzileri de memnun etmek için Maanoğlu’na da sancakbeyliği verildi.
Memlûklü ordusu büyük bir kısmının imha edilmesi ve Suriye, Elcezire, Çukurova
ve Filistin’i kaybetmeleri nedeniyle artık o bölgeye ordu sevk edecek
kuvvetleri kalmamıştı. Osmanlılar, dört beş ay burayı teşkilâtlandırdı.[9] Trablus, Kudüs ve Safed’e
Osmanlı beyleri arasından sancak beyleri tayin etti. Yavuz Sultan Selim,
Gazze’nin alınması için kuvvet sevk etti.[10] Çünkü Gazze Mısır’ın
fethi için önemli bir üsttü.
İki ordu Gazze’nin güney-
batısındaki Vezir Yunus Paşa’nın adını taşıdığı Hûn-Yunus kasabasının yakınında
karşı karşıya geldi ve Osmanlılar mutlak bir galibiyet kazandı; Gazze alındı.
Böylece Memlûk Devleti’nin Asya’da askeri kalmadı, Afrika’ya tıkanıp kaldılar.[11]
Ridaniye
Savaşı (22 Ocak 1517)
Mısır’a yürüyen Yavuz Sultan Selim’in geçmesi
gereken Mısır ve Filistin arasında yer alan Sina Çölü bulunuyordu. Tarihte bu
çölü aşmayı başaran yabancı orduların Mısır’a hakim oldukları görülmektedir.
Vaktiyle bu çölü aşan Persler ve Büyük İskender Mısır’ı fethetmişlerdir. Onun
için bu yola “Fatihler Yolu” denilmektedir.
Osmanlı ordusu çölü geçerken şans eseri yağmurun yağması,
kumların katılaşması ordunun geçmesini kolaylaştırdı. Salihiye’den, Kahire’ye
kadar Araplar Türk ordusunu devamlı tacize ve ordunun su ihtiyaçlarına mani
olmaya çalıştılar. Memlûklü Sultanı Tomanbay’ın tüm uğraşları boşa gitti. [12]Yavuz Sultan Selim,
Akdeniz kıyılarından fazla uzaklaşmayarak kuzeyden Sina’yı geçmiştir. Yavuz’un
13 günde geçtiği çölü, I. Dünya Savaşı’nda Türk ordusu, tekniği gelişmesine
rağmen 11 günde ancak geçebilmişlerdir.[13] Osmanlı Devleti’nin bu
çölü geçmesi bir dönüm noktası olmuş, Mısır’ı fethi için Yavuz Sultan Selim’in
önünde pek bir engel kalmamıştı.
Memlûk Devleti’nin sonunu hazırlayan ve Mısır' ın Osmanlı Devleti’nin eline
geçmesine yol açan savaş, Kahire önlerinde Matariye ile Cebelülahmer arasında Ridaniye
(Reydaniye ) denilen mevkide meydana geldiği için bu
adla anılır.[14]
Osmanlı ordusunun savaş
düzeni; sağ kanatta Anadolu beylerbeyi Mustafa Paşa, sol kanatta Rumeli
beylerbeyi Sinan Paşa(küçük), merkez hattında Yavuz Sultan Selim’in
yerine, Vezir-i azam Sinan Paşa(Hadım)
yer almaktaydı. Yavuz Sultan Selim, düşmanın plânını öğrendikten sonra arazi
keşfine çıkmıştı. Olası bir saldırıda nasıl hareket edeceğini plânlamıştı.[15]
Osmanlı ordusu 21/22 Ocak 1517 (Çarşamba /Perşembe
) gecesi kılavuzların yardımıyla El Mukattam dağını dolaşmış süratle savaş
düzenini almış. 22 Ocak sabahı saldırı için hazırlanmıştı. Yavuz Sultan Selim,
gün ağırmasıyla beraber Ridaniye‘de güçlendirilmiş mevzi karşısında zayıf kalan
Osmanlı kuvvetleri bu mevzie cepheden saldırıyla düşman tespit edildi.
Topçuların ve yeniçerilerin açtığı yoğun ateş desteği ile düşmanın gerisinden
saldırıya başlamış ve onları baskına uğratmışlardı.
Memlûk ordusu özellikle
Osmanlıların böyle birden bire gerilerinde görünerek ters cepheli savaşa
zorlandıklarını ve yaptıkları düzenlemeler bir işe yaramadığını ve mevzideki
çakılı topların etkisiz kaldığını görmeleri nedeniyle şaşırmıştı. Fakat at ve
silah kullanmakta becerikli olan Memlûk kuvvetleriyle güneyden gelen tehlikeye
yönelmiş tam anlamı ile bir baskınla karşı karşıya kalmalarına ve Osmanlı
topçusunun ve tüfeklerinin şiddetli ateşine karşın yine de ileri atılmışlardı.
Merkez kesiminde saflar tümüyle birbirine girmiş, iki taraf da kahramanca
savaşmaya başlamıştı. Bu yakın savaş ve boğuşma kayıpların artmasına neden
olmuştu. Özellikle Osmanlı topçusunun ve tüfeklerinin açtığı ateş sırasında
Memlûkler, pervasızca ileri atılmalarının cezasını ağır kayıplara uğrayarak
ödemişlerdi.
[16]
Savaş sırasında bir ara Canberdi
el-Gazali kuvvetleri Osmanlı sağ kanadına, Şehsuvaroğlu Ali Bey üzerine
saldırarak bir başarı sağlamışlarsa da Sinan Paşa’nın gayretiyle durum
düzeltilmişti. Başarıdan umudunu kesen Memlük Sultanı Tomanbay, son bir umutla
Osmanlı ordusunun merkezine hücum ederek Yavuz Sultan Selim’i yakalamak veya
öldürmek, böylece hem Merc-i Dabık’ın öcünü almayı ve hem de Osmanlı ordusunu
başsız bırakarak onu yenilgiye uğratmayı amaçlamıştı. Bizzat Tomanbay yanına
Alanbay ile Kurtbay’ı ve zırhlı süvari askerlerinden alarak müthiş bir hamle
ile Yavuz Selim’in merkez grubundaki karargâhına saldırdı. Bu sırada Yavuz
Selim otağında bulunmadığından padişah zannı ile Vezir-i azam Hadım Sinan
Paşa’yı, Alanbay ile Kurtbay da Ramazanoğlu Mahmut Bey ile baş Hazinedar Ali
Ağa’yı öldürdüler. Bunlardan Alanbay kurşun yarası almasına rağmen hep birlikte
karargâhlarına dönmeyi başardılar.[17]
Savaş 22 Ocak gün doğuşundan akşama kadar
bütün şiddetiyle devam etmiş ve savaşın sonucu belli olmuşsa da bazı bölgede 23
Ocak ikindiye kadar çarpışmalar devam etmiştir. Fakat at ve silah kullanmakta
Memlûklerden daha üstün olan Osmanlıların silah ve savaş eğitimi üstünlüğü
karşısında Memlûklerin, teslim olmak veya kaçmaktan başka yapacak çareleri
kalmamıştı. Yavuz Sultan Selim gibi bilgili, cesur bir komutanın emir ve
komutasındaki Osmanlı ordusu, vatanlarını korumak için, canlarını dişlerine
takarak çarpışan Memlûklere son darbeyi indirerek onları yenilgiye uğratmıştı.[18]
23 Ocak 1517 akşama doğru savaş sona
erdiği zaman, Memlûk askerlerinden kurtulabilenler Kahire’ye ve oradan da Sait
vilayetine kaçmışlardı. Ordunun önünde Kahire şehri bulunduğu ve karanlık da
bastığı için takip yapılamamıştı. Takibin yapılamamış olması, çarpışmaların
daha bir vakit almasına ve kayıpların artmasına neden olmuştu.
Mısır ordusunun
yakalanan bir kısım önemli emirleriyle, ele geçirilen tutsaklar Hadım Sinan
Paşa’nın ve bazı Türk ileri gelenlerinin intikamını almak amacıyla Yavuz
Selim’in önünde idam edilmişlerdi. Savaş alanında her yer kana bulanmış ve
Memlûk kayıpları bazı kaynaklara göre 25.000 ölüyü bulmuştu. Savaşta şehit olan
Vezir-i azam Hadım Sinan Paşa ile Adana Beyi Ramazanoğlu Mahmut Bey,
Haznedarbaşı Ağa’nın cenazeleri 23 Ocak 1517 Cuma günü Kahire’de törenle
kaldırılmış ve Şeyh Timurtaş Halife zaviyesinde görülmüştü. Memlûklerden de
birçok ileri gelenler, emirler ve beyler ölmüştü.[19]
Memlûkler bu kadar kayıp vermelerine rağmen yine de pes etmemişlerdir.
24 Ocak 1517 Kahire
fethedildi. 4 Şubat 1517’de Abbasi Halifesi ile Yavuz Sultan Selim Kahire’ye
geldiler. Herkese güven sağladıklarını, alışveriş yapmalarını, çarşı ve
dükkânları açmalarını, kimseye rahatsızlık verilmeyeceğini, zulüm kapısının
kapanıp adalet kapısının açıldığını, insanlara rahatsızlık verenlerin hükmünün
yok edildiğini bildirdiler.[20]
Yavuz Sultan Selim halkın güvenini de kazanmış oldu. Yavuz Sultan Selim,
Kahire’ye girişinden sonra ilk Cuma namazında adına hutbe okuttu. Minbere çıkan
hatip onun ünvanını “ Hadim- Üman Haremeyn-i Şerifeyn”[21] diye
zikrettiği zaman Yavuz Sultan Selim,
Şükür Secdesine kapanıp sevinç gözyaşlarını dökmüştür.[22] Osmanlı geleneğinde hutbe okutmak hakimiyetin
ve bağımsızlığın sembolü olarak kabul edilirdi.
Ridaniye muharebesi
kesin bir sonuç vermekle beraber asıl hedef olan Mısır’ın fethi hemen mümkün
olmamıştır. Memlûkler çok büyük bir direniş göstermişlerdi. Yavuz Sultan
Selim’in amacı ise Kahire’ye her hangi bir zarar vermeden almaktı ayrıca şehrin
ekonomik ve sosyal hayatına zarar vermemek için çok hassas davrandı. Yavuz
Sultan Selim zorluk çıkarmadan teslim olan tüm Memlûklerin affedileceğini ilân
etmiştir. Fakat Tomanbay ve ona yakın Memlûk komutanları teslim olmamak için
baya direnmişlerdir. 28 Ocakta, sabaha karşı, güneş doğmadan Tomanbay, 10.000
kişilik bir orduyla Kahire’ye girdi. Yavuz Sultan Selim, Kahire dışındaydı.
Şehirde Osmanlının, küçük bir birliği bulunuyordu, Tomanbay, bunları kılıçtan
geçirdi. Vezir-i azam Yunus Paşa, şehri geri almak için Kahire’ye girdi. Uzun bir süredir istilâ görmemiş Mısır
Türkleri, kadınlarının katılmasıyla
şehirde şiddetli çatışmalar oldu. Arap halkı tarafsız kalmış, Türkler ve
Türkleşmiş Çerkesler, evlerini savunuyorlardı. 30 Ocakta Tomanbay, çekilmek
zorunda kaldı. Şehir tekrar Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine geçti.[23]
Memlûk beyleri, teslim oldular ve affedildiler. Canberdi Gazali de bunların
arasında yer alıyordu.
Tomanbay, Said bölgesine kaçarak orada
affedilmesi için bir mektup gönderdi. İki defa kendisine “affedildin” diyerek
aman mektubu gönderilmesine rağmen buna inanmamış, mektubu getiren heyetteki
kadıları öldürmüştür. Yavuz Sultan Selim’in gönderdiği kadıların öldürüldüğü ve
Tomanbay’ın, Mısır’ın güneyinden Cize’ye doğru hareket ettiği haberi geldi.
Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim askerlerini toplayıp Cize’ye hareket etti.
Tumanbay ve Yavuz Sultan Selim arasında Kumü'l-Hamam savaşı yapıldı. Tomanbay,
3.000 kişiyle saldırıya geçti. Tomanbay, yakalandı ve 13 Nisan 1517 de idam
edildi.[24]
Yavuz Sultan
Selim, Eylülün ikinci haftasına kadar
sekiz ay Mısır’da kaldı. Burada yerli bir takım ıslahatlar yaptı; kendisini tebrik etmeye gelen Urban
şeyhlerini güler yüzle karşıladı. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de
emirlik yapan Memlük Devleti’ne bağlı olan Emir Şerif Ebû Berekat, oğlu Şerif
Ebû Nümey vasıtasıyla Mekke’nin anahtarını gönderip Yavuz Sultan Selim’e takdim
etti.[25]
Selim, Ebû Nümey’in şerif olarak kalmasını kabul etti ve kendisine bir
‘ahidname’ verdi. Pahalı hediyeler gönderdi.[26]Yavuz
Sultan Selim Mısır’a vali olarak Hayırbay’ı beylerbeyi yaptı. İstanbul’a dönmek
için 10 Eylül 1517 yılında Kahire’den ayrıldı.[27]
[1]
Yavuz Sultan Selim’in doğum
tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte 1470 tarihinde Amasya’da doğduğu
söylenir. II.Bayezid’in en küçük oğludur. Annesi Dulkadirbey’i Alaüddevle
Bozkurt’un kızı Gülbahar
Hatun’dur, kardeşleri Ahmed,
Korkut, Mahmud, Alemşah ve Şahinşah’tır. Yavuz Sultan Selim, orta boylu, çatık
kaşlı ve sert bakışlı, sakalsız, gür ve uzun bıyıklı yuvarlak ve koç burunlu
olarak tasvir edilir. Devlet işlerini sıkı şekilde takip ettiği, son derece
disiplinli ve kararlı, sert mizaca sahip birisi ve sözüne sadık bir insandı.
Bkz.
Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul 2010, s. 29-35. ; Emecen,
“I.Selim”,TDVİA, C. XXXVI, İstanbul 2009,s.
407.
[2] Emecen, “Mencidabık Muharebesi”,TDVİA, C.XXIX, İstanbul 2004,s.174.
[3] Öztuna, Büyük
Osmanlı Tarihi, s.26-27.
[4] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ
(1300-1600), (Çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul 2016,s.38.
[5] Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, s.286.
[6]
Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi,
s.754-756.
[7] Emecen, “Mencidabık Muharebesi”,
s.176.
[8] Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, s.287.
[9] Yücel –Sevim, Osmanlı Klasik Döneminin Üç Hükümdarı Fatih-
Yavuz- Kanuni, s.132.
[10] Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.756.
[11] Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, s.32.
[12] Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.759.
[13] Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, s.33.
[15] Yücel – Sevim, Osmanlı Klasik Döneminin Üç Hükümdarı
Fatih- Yavuz- Kanuni, s.133.
[16] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Yavuz Sultan Selim’in Mısır
Seferi Mercidabık (1516) Ve
Ridaniye (1517) Meydan Muharebeleri, C. III,GenelkurmayBasımevi,
Ankara 1990, s.119.
[17] Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.761.
[18] Elhossary, Memlük Kaynaklarına Göre Yavuz ve Kanuni Dönemerinde Mısır ve Şam’da
Çıkan İsyanlar, s.43.
[19] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Yavuz Sultan Selim’in Mısır
Seferi Mercidabık (1516) Ve
Ridaniye (1517) Meydan Muharebeleri, s.121.
[20] Elhossary, Memlük Kaynaklarına Göre Yavuz Ve Kanuni Dönemerinde Mısır ve Şam’da
Çıkan İsyanlar, s.45.
[21] Hicaz bölgesindeki Haremeyn-i
Şerifeyn, iki kutsal şehir anlamına gelmektedir. Bunlardan birisi Mekke, diğeri
ise Medine şehridir. Medine, Mekke gibi XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı
idaresini tanımıştır. Medine, mukaddes bir şehir olduğu için tarihî süreç
içinde Abbassiler döneminden itibaren Osmanlı dönemine kadar muhtelif İslâm ve
Türk devletlerinin hükümdarları tarafından büyük bir önem verilmiştir. Bu önem
Abbassiler döneminde başlamış, Osmanlı Devleti zamanında daha da artmıştır.
Bkz. An’am Mohamed Osman Elkabashı, Osmanlı
Medinesi: XVI. Yy’da Mukaddes Bir Şehrin İdari, Sosyal ve Ekonomik yapısı,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ( Basılmamış ) Doktora Tezi,
İstanbul 2006, s 3.
[22] Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, s.762.
[23] Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, s.36-37.
[24] Yücel- Sevim, Osmanlı Klasik Döneminin Üç Hükümdarı Fatih-
Yavuz- Kanuni, s.134-135.
[25] Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, s.292.
[26] İnalcık, Devlet-i’ Aliyye, s.143.
[27] Halil İnalcık, Devlet-i’ Aliyye, C. I,Türkiye İşbankası
Yayınları, İstanbul 2014, s.143.