ORTA
ASYA’DA TÜRK KADINI
Sümeyye Melek Öncel
Bismillah,
her hayrın başıdır…
Kadın
konusundaki alışılagelmiş yazılar sebebiyle ortaya çıkan boşluğu doldurmak
düşüncesiyle başladığım, örneklerle zenginleştirdiğim ilk yazımı sizlerle
paylaşıyorum. Toplum olarak kadınla, kadının ilime, bilime, yönetime, aileye,
geleceğe etkisinden, bu konudaki öneminden habersiziz ne yazık ki. Ya da hep bilindik
şeyleri tekrarlamakla yetiniyoruz. Haliyle kadından habersiz olan toplum kadını
yetiştiremiyor ve kadın çocuk yetiştiremiyor, böylelikle toplumun inancından,
örfünden, âdetinden bîhaber bir nesil ortaya çıkıyor.
Buradan anlaşılıyor ki kadın toplumun temel taşıdır, çocuğun ilk muallimidir ve geleceğin mimarıdır. Bu yüzden de önce kadınlarımızı eğiterek güçlerine güç katmalı ve yeni nesli böylece şekillendirmeliyiz. Zira tarihte de bu, böyle olmuştur. Saraylarda, bey kızı olarak yetiştirilen kızlar ileride çok fazla olayı etkileyebilecek kabiliyete erişmişler, eşlerini yönlendirmişler ve en önemlisi çocuklarını kendi doğrularına göre tavizsiz yetiştirmişlerdir. Büyük tarihî şahsiyetler, böyle güçlü, kudretli, fazlaca cesaretli kadınların elinde, kontrolünde eğitilmişlerdir. Bu yazıyı kaleme almaktaki asıl amacım da kadının giderek kaybettiği gücünü yeniden keşfetmesi gerektiğini ve bu güçle, bir otorite olarak, toplumda ortaya çıkan anne boşluğunu doldurması gerektiğini göstermek ve geçmişte örnek alınacak şahsiyetlerden bahsederek bu kaybın kadınlar ve erkekler tarafından anlaşılmasını sağlamaktır.
Buradan anlaşılıyor ki kadın toplumun temel taşıdır, çocuğun ilk muallimidir ve geleceğin mimarıdır. Bu yüzden de önce kadınlarımızı eğiterek güçlerine güç katmalı ve yeni nesli böylece şekillendirmeliyiz. Zira tarihte de bu, böyle olmuştur. Saraylarda, bey kızı olarak yetiştirilen kızlar ileride çok fazla olayı etkileyebilecek kabiliyete erişmişler, eşlerini yönlendirmişler ve en önemlisi çocuklarını kendi doğrularına göre tavizsiz yetiştirmişlerdir. Büyük tarihî şahsiyetler, böyle güçlü, kudretli, fazlaca cesaretli kadınların elinde, kontrolünde eğitilmişlerdir. Bu yazıyı kaleme almaktaki asıl amacım da kadının giderek kaybettiği gücünü yeniden keşfetmesi gerektiğini ve bu güçle, bir otorite olarak, toplumda ortaya çıkan anne boşluğunu doldurması gerektiğini göstermek ve geçmişte örnek alınacak şahsiyetlerden bahsederek bu kaybın kadınlar ve erkekler tarafından anlaşılmasını sağlamaktır.
Kadının,
toplumun azımsanmayacak kadar önemli bir unsuru olduğu tarihî şahsiyetlere değinilerek
izah edilecektir. Bundan sebep ise; belli bir amaç uğrunda taviz verilmeden
yetiştirilmiş bir kadının, eşinin, çocuğunun üzerindeki etkisinin tarihî
olayları nasıl etkilediğini somut örneklerle göz önüne sererek; mühim bir
varlığın geçiştirilerek, yok sayılarak toplumsal ya da ahlakî anlamda hiçbir
yere varılamayacağının farkına varılmasını sağlamaktır. Yazımda, kadının
toplumsal konumuyla ilgili sorun olarak gördüğüm iki konuya değinmenin yanı
sıra tarihte yönetime etkisi olan Orta Asya Türk devletleri kadınları
haricinde, tarihsel olayları etkileyen Karahanlı, Büyük Selçuklu devletleri
kadınlarından, yine ilmi hayatta ciddi söz sahibi olmuş Büyük Selçuklu
kadınlarından ve devlet yönetiminden daha çok sosyal hayatta etkisini gösteren
Anadolu Selçuklu devleti kadınlarından bahsedeceğim. Uzun soluklu bir yazı
olacağından ilk olarak giriş mahiyetindeki ve kısaca Orta Asya kadınına
değineceğim bu yazıyı sizlerle paylaşacağım. Bir sonraki yazımda ise Karahanlı
ve Selçuklu kadınlarından detayli bir şekilde bahsedeceğim.
Kadının,
hatun ifadesiyle tarih içindeki seyrinde, Orta Asya’ya kadar uzandığımızda ilk
olarak ele alınacak dikkat çekici iki konu bulunmaktadır; birincisi kadınlara
karşı Orta Asya’da daima eşitlikçi anlayışın olduğu fikri; ikincisi de çok
evlilikten ziyade tek eşliliğin Türkler arasında yaygın olduğu anlayışıdır. Öncelikle
birinci fikre bakacak olursak; birçok yazarımız tarafından kadına Türk
devletlerinde eşit hakların her şekilde koşulsuz sağlandığının savunulmasıdır.
Bunun doğruluk payı olsa da şöyle bir gerçek var ki Orta Asya’nın iklim
şartları ister istemez, çoluk çocuk, kadın, erkek herkesi aktif hayatın içine
dâhil etmektedir. Bu durum kadına ve erkeğe herhangi bir seçim şansı zaten
sunmamaktadır. Kadın bu zor coğrafî şartlar altında eşiyle birlikte her türlü
ev işiyle ve ayrıca çocukların bakımıyla ilgilenmek zorundadır. Bunun hâricinde
eşi savaşa giden bir kadın, içinde bulunduğu kabilesini, ailesini olabilecek
her türlü saldırıdan korumakla yükümlüdür. Orta Asya kadınını güçlü kılan en
önemli etken de budur. Ancak bu, erkeğin kadına bir lütfu değil doğal şartların
gerektirdiği bir durumdur. Kadının ve eşinin bu şartlar altında başka seçeneği
yoktur, yerleşik kültür kadınlarından farklı olarak göçebe kültür kadını daima
güçlü olmak zorundadır. Erkeğin sorumluluğunda olan birçok şeyi (at binmek, dövüşmek,
avcılık, yeri geldiğinde savaşmak gibi) kadın da yapmakla mükelleftir.
İkinci
konu Türkler arasında tek eşliliğin yaygın olduğu anlayışıdır. Yine pek çok
yazar tarafından Türklerde tek eşliliğin yaygın olduğu ısrarla savunulmaktadır.
Ancak çok eşliliğin özellikle iş gücü imkânı olarak değerlendirildiği zorlayıcı
doğal şartlarda yaşayan insanlar için böyle bir durumun çok da geçerli
olmadığı; sadece maddî imkânsızlık yaşayanlarda geçerli olduğu görülmektedir. Türklerde
tek eşliliğin olduğunu ısrarla savunan yazarlar yine de bu gerçekliği göz ardı
edemeyerek eserinde mutlaka çok eşliliğin örneklerini vermek zorunda kalmıştır.
Zaten belli dönemleri konu alan eserlerde yazarlar toplum tabakasından ziyade
yönetici kesimi ele aldıklarından toplumla ilgili genel geçer bilgileri kabul
etmekle yetinmişlerdir. Oysa Orta Asya’da kadına ve kız çocuğuna, erkeğe olduğu
gibi iş gücü anlayışıyla bakılmaktadır. Hatta bu anlayış dolayısıyla dul kalan
bir kadın yine aynı ailenin bir başka erkeğiyle evlendirilmiştir, erkeğin evli
olup olmadığına bakılmaksızın. Yani Türklerde günümüzde olduğu gibi, geçmiş
dönemlerde tek eşlilik çok rağbet gören bir durum değildir. Böyle olduğunu
savunmak da tarihî gerçekliği göz ardı etmektir. Yönetici kesime baktığımızda ise
çok eşlilik zannedilenden çok daha popülerdir. Türklerde kuma ve kunçuy adı
verilen diğer kadınların yanında hatun, ilk kadın olarak kabul edilir ve sadece
bu kadından doğan çocuklar veliaht olabilmişlerdir. Yönetici kesimdeki hatun
adı verilen bu kadınlar diğer kadınlara göre sınırsız denilebilecek kadar
genişletilmiş haklara sahiptirler. Eşi yanında doğrudan yönetime dâhil olan
hatunlar, hükümdar üzerinde ve devlet kararlarında etkili olmuşlar, bazı
dönemlerde elçi dahi ağırlamışlardır. Batı Hun hükümdarı Attila’nın yanına
giden Doğu Roma elçilerinin, önce Attila’nın hanımı Arıkan tarafından kabul
edilmesi gibi. Bazen de Çin imparatorunun Mete’nin Ulu hatunundan yardım
istemesi gibi devlet ilişkilerinin devam ettirilmesinde aracı olmuşlardır.
Göktürk döneminin önemli kaynağı olan Orhun Abidelerinde hatunun kağanla
birlikte zikredilmesi kadının siyasî mevkiini göstermesi açısından tarihte
önemli belgeler olarak yer edinmiştir. Emirnameler kağanla birlikte hatun
tarafından da imzalanmıştır. Sabar Devleti’nde Balak’tan sonra yerine geçen dul
hatunu Boğarık, savaşçılığı, idareciliği ile bilinen bir hatun olarak yüzbin
kişilik bir Sabar ordusunu kumanda etmiştir. Yine bunun gibi birçok Orta Asya
kabilelerinde, kadının eşinin ölmesi durumunda küçük erkek çocukları
büyüyünceye kadar idarî ve askerî işleri eline aldığı görülmüştür. Uygurlarda
da hatunlar büyük devlet işlerinde önemli rol oynamışlardır. Bu durum
muhtemelen anaya duyulan geleneksel saygıdan kaynaklanmıştır. Uygur kadınları
yönetim haricinde hayır işleriyle de uğraşmışlar, mektep ve hastane
yaptıranlara dâhil olmuşlardır. Buhara melikesi Kabac Hatun, Arapların
Buhara’ya yaptıkları seferlerine, sonunda barış yapmak zorunda kalsa da
dirayetli, idareci kişiliğiyle karşı koyabilmiştir. Buhara melikesi gibi eşleri
ölen kadınlar çocukları küçükse hem devleti idare etmişler hem de düşman
üzerine ordu sevk etmişlerdir. İslam’ın kabulünden önce Türk devletlerinde hatunlar,
siyasî, idarî, askerî alanlarda üzerlerine düşen sorumlulukları layıkıyla
yerine getirmişlerdir. İslamiyet’in Türkler tarafından kabulüyle de hatunlar,
halk tabakası kadınlarına ve diğer milletlerin kadınlarına göre var olan diyebileceğimiz,
yukarda örneklerini verdiğimiz haklarını aynen kullanmaya devam etmişlerdir.
İslamiyet’i
kabul eden Türk devletlerine geçmeden evvel İslam’la birlikte kadının gördüğü
değere kısa da olsa değinmekte yarar vardır. Cahiliye Arap devrinde kadının
konumuyla İslam’dan sonraki kadın konusu doğru şekilde ayırt edilebilmelidir ki
yanlış duyumların kurbanı olmayalım. Allah (c.c.) İsra suresi 70. ayette: “Andolsun
biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini
en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan
üstün kıldık.” buyurarak insanı cins ayrımı yapmaksızın diğer yarattıklarından
üstün tutmuştur. İslam’la birlikte, cahiliye döneminde kıymeti olmayan, türlü
kötü hallerin reva görüldüğü kadınlar ve kız evlatlar el üstünde tutulmuştur. Yine
Kur’an-ı Kerim’de Nisa suresinin ilk ayetindeki “Ey insanlar, sizi bir tek
nefisten yaratan Allah’ı tanıyın.” ve En’am suresinin 165. ayetindeki “Her iki
cins de Allah’ı tanımak ve ona ibadet etmek, yeryüzünü memur etmek için
yaratılmıştır.” ifadelerine bakacak olursak kadınlar da erkekler gibi bilmek,
öğrenmek, öğrendikleriyle amel etmekle yükümlü tutulmuştur. Kadın için belli
alanlarda kısıtlama, ahlakî düzen açısından getirilmişse de ilim öğrenmek,
toplumsal sorumluluk gibi konularda kadın erkekle aynı düzeyde yükümlüdür. Kadının
eğitimi konusunda Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinden örnekler vardır: devrin ünlü
âlimleri arasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kızı Hz. Fâtıma, eşi Hz. Âişe,
okuma yazma bilen ve öğreten Şifâ Hatun vardır. Hz. Peygamber kadınlara,
onların düşüncelerine önem vererek zaman zaman eşleriyle, Hz. Ömer’in kızı
Hafsa ile istişarelerde bulunmuştur. Cahiliye Arap toplumunda saygın bir konumu
olmayan kadın, İslâm’ın getirdiği kurallarla saygınlığa kavuşabilmiştir. Türk
devletlerinde ise kadın öncesinde sahip olduğu hakları aynen kullanmaya devam
etmiştir. Ama burada daha çok bahsedilen, yazının başında belirttiğimiz gibi
yönetilen kesim kadını değil, yönetici kesim kadınları yani hatunlardır.
Küçük
bir not eklemekte fayda olabilir kanaatindeyim: Tarihî bir konuyu
araştıracağımız, yazacağımız, konuşacağımız zaman; yaşanılan coğrafya, halkın
kültürü, adet, gelenek, görenekleri, inançlarını göz ardı etmezsek daha sağlam,
sağlıklı sonuçlara ulaşabilir ve gelecek nesli doğru yönlendirmiş oluruz.
Yazımı
şimdilik burada sonlandırıyorum. Karahanlı ve Selçuklu kadınlarından,
hatunlarından bahsedeceğim bir sonraki yazıda görüşmek üzere, esen kalınız…