30 Ocak 2018 Salı

Tarihsel Süreçte Kadın Yazı Dizisi

ORTA ASYA’DA TÜRK KADINI
Sümeyye Melek Öncel
Bismillah, her hayrın başıdır…
Kadın konusundaki alışılagelmiş yazılar sebebiyle ortaya çıkan boşluğu doldurmak düşüncesiyle başladığım, örneklerle zenginleştirdiğim ilk yazımı sizlerle paylaşıyorum. Toplum olarak kadınla, kadının ilime, bilime, yönetime, aileye, geleceğe etkisinden, bu konudaki öneminden habersiziz ne yazık ki. Ya da hep bilindik şeyleri tekrarlamakla yetiniyoruz. Haliyle kadından habersiz olan toplum kadını yetiştiremiyor ve kadın çocuk yetiştiremiyor, böylelikle toplumun inancından, örfünden, âdetinden bîhaber bir nesil ortaya çıkıyor.
Buradan anlaşılıyor ki kadın toplumun temel taşıdır, çocuğun ilk muallimidir ve geleceğin mimarıdır. Bu yüzden de önce kadınlarımızı eğiterek güçlerine güç katmalı ve yeni nesli böylece şekillendirmeliyiz. Zira tarihte de bu, böyle olmuştur. Saraylarda, bey kızı olarak yetiştirilen kızlar ileride çok fazla olayı etkileyebilecek kabiliyete erişmişler, eşlerini yönlendirmişler ve en önemlisi çocuklarını kendi doğrularına göre tavizsiz yetiştirmişlerdir. Büyük tarihî şahsiyetler, böyle güçlü, kudretli, fazlaca cesaretli kadınların elinde, kontrolünde eğitilmişlerdir. Bu yazıyı kaleme almaktaki asıl amacım da kadının giderek kaybettiği gücünü yeniden keşfetmesi gerektiğini ve bu güçle, bir otorite olarak, toplumda ortaya çıkan anne boşluğunu doldurması gerektiğini göstermek ve geçmişte örnek alınacak şahsiyetlerden bahsederek bu kaybın kadınlar ve erkekler tarafından anlaşılmasını sağlamaktır.
Kadının, toplumun azımsanmayacak kadar önemli bir unsuru olduğu tarihî şahsiyetlere değinilerek izah edilecektir. Bundan sebep ise; belli bir amaç uğrunda taviz verilmeden yetiştirilmiş bir kadının, eşinin, çocuğunun üzerindeki etkisinin tarihî olayları nasıl etkilediğini somut örneklerle göz önüne sererek; mühim bir varlığın geçiştirilerek, yok sayılarak toplumsal ya da ahlakî anlamda hiçbir yere varılamayacağının farkına varılmasını sağlamaktır. Yazımda, kadının toplumsal konumuyla ilgili sorun olarak gördüğüm iki konuya değinmenin yanı sıra tarihte yönetime etkisi olan Orta Asya Türk devletleri kadınları haricinde, tarihsel olayları etkileyen Karahanlı, Büyük Selçuklu devletleri kadınlarından, yine ilmi hayatta ciddi söz sahibi olmuş Büyük Selçuklu kadınlarından ve devlet yönetiminden daha çok sosyal hayatta etkisini gösteren Anadolu Selçuklu devleti kadınlarından bahsedeceğim. Uzun soluklu bir yazı olacağından ilk olarak giriş mahiyetindeki ve kısaca Orta Asya kadınına değineceğim bu yazıyı sizlerle paylaşacağım. Bir sonraki yazımda ise Karahanlı ve Selçuklu kadınlarından detayli bir şekilde bahsedeceğim.
Kadının, hatun ifadesiyle tarih içindeki seyrinde, Orta Asya’ya kadar uzandığımızda ilk olarak ele alınacak dikkat çekici iki konu bulunmaktadır; birincisi kadınlara karşı Orta Asya’da daima eşitlikçi anlayışın olduğu fikri; ikincisi de çok evlilikten ziyade tek eşliliğin Türkler arasında yaygın olduğu anlayışıdır. Öncelikle birinci fikre bakacak olursak; birçok yazarımız tarafından kadına Türk devletlerinde eşit hakların her şekilde koşulsuz sağlandığının savunulmasıdır. Bunun doğruluk payı olsa da şöyle bir gerçek var ki Orta Asya’nın iklim şartları ister istemez, çoluk çocuk, kadın, erkek herkesi aktif hayatın içine dâhil etmektedir. Bu durum kadına ve erkeğe herhangi bir seçim şansı zaten sunmamaktadır. Kadın bu zor coğrafî şartlar altında eşiyle birlikte her türlü ev işiyle ve ayrıca çocukların bakımıyla ilgilenmek zorundadır. Bunun hâricinde eşi savaşa giden bir kadın, içinde bulunduğu kabilesini, ailesini olabilecek her türlü saldırıdan korumakla yükümlüdür. Orta Asya kadınını güçlü kılan en önemli etken de budur. Ancak bu, erkeğin kadına bir lütfu değil doğal şartların gerektirdiği bir durumdur. Kadının ve eşinin bu şartlar altında başka seçeneği yoktur, yerleşik kültür kadınlarından farklı olarak göçebe kültür kadını daima güçlü olmak zorundadır. Erkeğin sorumluluğunda olan birçok şeyi (at binmek, dövüşmek, avcılık, yeri geldiğinde savaşmak gibi) kadın da yapmakla mükelleftir.
İkinci konu Türkler arasında tek eşliliğin yaygın olduğu anlayışıdır. Yine pek çok yazar tarafından Türklerde tek eşliliğin yaygın olduğu ısrarla savunulmaktadır. Ancak çok eşliliğin özellikle iş gücü imkânı olarak değerlendirildiği zorlayıcı doğal şartlarda yaşayan insanlar için böyle bir durumun çok da geçerli olmadığı; sadece maddî imkânsızlık yaşayanlarda geçerli olduğu görülmektedir. Türklerde tek eşliliğin olduğunu ısrarla savunan yazarlar yine de bu gerçekliği göz ardı edemeyerek eserinde mutlaka çok eşliliğin örneklerini vermek zorunda kalmıştır. Zaten belli dönemleri konu alan eserlerde yazarlar toplum tabakasından ziyade yönetici kesimi ele aldıklarından toplumla ilgili genel geçer bilgileri kabul etmekle yetinmişlerdir. Oysa Orta Asya’da kadına ve kız çocuğuna, erkeğe olduğu gibi iş gücü anlayışıyla bakılmaktadır. Hatta bu anlayış dolayısıyla dul kalan bir kadın yine aynı ailenin bir başka erkeğiyle evlendirilmiştir, erkeğin evli olup olmadığına bakılmaksızın. Yani Türklerde günümüzde olduğu gibi, geçmiş dönemlerde tek eşlilik çok rağbet gören bir durum değildir. Böyle olduğunu savunmak da tarihî gerçekliği göz ardı etmektir. Yönetici kesime baktığımızda ise çok eşlilik zannedilenden çok daha popülerdir. Türklerde kuma ve kunçuy adı verilen diğer kadınların yanında hatun, ilk kadın olarak kabul edilir ve sadece bu kadından doğan çocuklar veliaht olabilmişlerdir. Yönetici kesimdeki hatun adı verilen bu kadınlar diğer kadınlara göre sınırsız denilebilecek kadar genişletilmiş haklara sahiptirler. Eşi yanında doğrudan yönetime dâhil olan hatunlar, hükümdar üzerinde ve devlet kararlarında etkili olmuşlar, bazı dönemlerde elçi dahi ağırlamışlardır. Batı Hun hükümdarı Attila’nın yanına giden Doğu Roma elçilerinin, önce Attila’nın hanımı Arıkan tarafından kabul edilmesi gibi. Bazen de Çin imparatorunun Mete’nin Ulu hatunundan yardım istemesi gibi devlet ilişkilerinin devam ettirilmesinde aracı olmuşlardır. Göktürk döneminin önemli kaynağı olan Orhun Abidelerinde hatunun kağanla birlikte zikredilmesi kadının siyasî mevkiini göstermesi açısından tarihte önemli belgeler olarak yer edinmiştir. Emirnameler kağanla birlikte hatun tarafından da imzalanmıştır. Sabar Devleti’nde Balak’tan sonra yerine geçen dul hatunu Boğarık, savaşçılığı, idareciliği ile bilinen bir hatun olarak yüzbin kişilik bir Sabar ordusunu kumanda etmiştir. Yine bunun gibi birçok Orta Asya kabilelerinde, kadının eşinin ölmesi durumunda küçük erkek çocukları büyüyünceye kadar idarî ve askerî işleri eline aldığı görülmüştür. Uygurlarda da hatunlar büyük devlet işlerinde önemli rol oynamışlardır. Bu durum muhtemelen anaya duyulan geleneksel saygıdan kaynaklanmıştır. Uygur kadınları yönetim haricinde hayır işleriyle de uğraşmışlar, mektep ve hastane yaptıranlara dâhil olmuşlardır. Buhara melikesi Kabac Hatun, Arapların Buhara’ya yaptıkları seferlerine, sonunda barış yapmak zorunda kalsa da dirayetli, idareci kişiliğiyle karşı koyabilmiştir. Buhara melikesi gibi eşleri ölen kadınlar çocukları küçükse hem devleti idare etmişler hem de düşman üzerine ordu sevk etmişlerdir. İslam’ın kabulünden önce Türk devletlerinde hatunlar, siyasî, idarî, askerî alanlarda üzerlerine düşen sorumlulukları layıkıyla yerine getirmişlerdir. İslamiyet’in Türkler tarafından kabulüyle de hatunlar, halk tabakası kadınlarına ve diğer milletlerin kadınlarına göre var olan diyebileceğimiz, yukarda örneklerini verdiğimiz haklarını aynen kullanmaya devam etmişlerdir.
İslamiyet’i kabul eden Türk devletlerine geçmeden evvel İslam’la birlikte kadının gördüğü değere kısa da olsa değinmekte yarar vardır. Cahiliye Arap devrinde kadının konumuyla İslam’dan sonraki kadın konusu doğru şekilde ayırt edilebilmelidir ki yanlış duyumların kurbanı olmayalım. Allah (c.c.) İsra suresi 70. ayette: “Andolsun biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” buyurarak insanı cins ayrımı yapmaksızın diğer yarattıklarından üstün tutmuştur. İslam’la birlikte, cahiliye döneminde kıymeti olmayan, türlü kötü hallerin reva görüldüğü kadınlar ve kız evlatlar el üstünde tutulmuştur. Yine Kur’an-ı Kerim’de Nisa suresinin ilk ayetindeki “Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan Allah’ı tanıyın.” ve En’am suresinin 165. ayetindeki “Her iki cins de Allah’ı tanımak ve ona ibadet etmek, yeryüzünü memur etmek için yaratılmıştır.” ifadelerine bakacak olursak kadınlar da erkekler gibi bilmek, öğrenmek, öğrendikleriyle amel etmekle yükümlü tutulmuştur. Kadın için belli alanlarda kısıtlama, ahlakî düzen açısından getirilmişse de ilim öğrenmek, toplumsal sorumluluk gibi konularda kadın erkekle aynı düzeyde yükümlüdür. Kadının eğitimi konusunda Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinden örnekler vardır: devrin ünlü âlimleri arasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kızı Hz. Fâtıma, eşi Hz. Âişe, okuma yazma bilen ve öğreten Şifâ Hatun vardır. Hz. Peygamber kadınlara, onların düşüncelerine önem vererek zaman zaman eşleriyle, Hz. Ömer’in kızı Hafsa ile istişarelerde bulunmuştur. Cahiliye Arap toplumunda saygın bir konumu olmayan kadın, İslâm’ın getirdiği kurallarla saygınlığa kavuşabilmiştir. Türk devletlerinde ise kadın öncesinde sahip olduğu hakları aynen kullanmaya devam etmiştir. Ama burada daha çok bahsedilen, yazının başında belirttiğimiz gibi yönetilen kesim kadını değil, yönetici kesim kadınları yani hatunlardır.
Küçük bir not eklemekte fayda olabilir kanaatindeyim: Tarihî bir konuyu araştıracağımız, yazacağımız, konuşacağımız zaman; yaşanılan coğrafya, halkın kültürü, adet, gelenek, görenekleri, inançlarını göz ardı etmezsek daha sağlam, sağlıklı sonuçlara ulaşabilir ve gelecek nesli doğru yönlendirmiş oluruz.

Yazımı şimdilik burada sonlandırıyorum. Karahanlı ve Selçuklu kadınlarından, hatunlarından bahsedeceğim bir sonraki yazıda görüşmek üzere, esen kalınız…