Azad DADAYEV
“İkinci
Uluslararası Ahıskalı Eğitimciler Buluşması (03-29 Temmuz 2017)” programı için İstanbul’dayız. Öncelikle Rabbim
utandırmasın! Bu konuda samimi olan kullarından eylesin! Zira “samimiyet
devamlılığın bir göstergesidir” diye düşünmekteyiz.
Acaba cennet vatan Türkiye, güzelim İstanbul dışarı da nasıl tanınıyordu? Veya dışarıdan nasıl gözüküyordu? Hatta ismine de “Dışarıdan Bakan Birisinin Gözüyle İstanbul” diyelim. Her ne kadar Ahıskalılar içeriden olsalar da vakıa şu ki, yaklaşık iki asırdır dışarıdayız.
Evet, öğretmenimizin hayret dolu ifadelerini aynen
aktarıyoruz:
- “Türkiye’de darbe oldu ya, bizim orada TV'ler
hâlâ her tarafta askerler dolaşıyor şeklinde gösteriyor. Ben buraya gelene
kadar zannediyordum ki her taraf asker dolu. Hâlbuki sadece havaalanında iki
jandarma gördüm o kadar. Hatta babama buraya geleceğimi söyleyince bir an
gönderip göndermeme konusunda tereddüt etti. Oğlum gidersen başına bir iş gelir
diye… Maalesef TV’ler bize Türkiye’yi böyle tanıtıyor.” Öğretmen kardeşimiz bunları anlatırken Malcolm X’ın şu
muhteşem tespitini hatırlamamak mümkün değildi elbet: “Eğer dikkat etmezseniz medya,
mazlumlardan nefret etmenize ve zalimleri sevmenize sebep olur.” Medya bu işte… İsmet ÖZEL’in ifadesiyle
“Mürşidi medya olanın kafasından başka
her yeri işler.” Bu konuda gayet
dikkat ve rikkatli olmamız icap eder tabii ki. Daha sonra bendeniz bu mahzûn
anlatımı bölerek söz aldım:
- Yaaa, görüyorsunuz değil mi kardeşim!
Sizlere anlatılan İstanbul ile gerçek İstanbul arasında dağlar kadar fark var.
Demek ki, sizler kameramanın gözüyle olaylara bakmışsınız. Oysaki asıl
gösterilmek istenen gerçek, kamera arkasında. Dolayısıyla burada gördüğünüz
gerçek güzellikleri gittiğiniz yerlerde anlatmanız lazım. Hah, burada da yok mu
maraz/mıraz insanlar.? Onlar ise bize kalsın.
Bu ara cümleden sonra, Türkiye’ye geldiği daha yarım
gün olalı gittiği, gördüğü her tarafı bir eğitimci edasıyla gözlemleyen
kardeşimiz sözlerine kaldığı yerden şöyle devam etti:
- “Türkiye’ye daha önce de gelmek
istiyordum amma demek ki bu günlere kısmetmiş. Hele sonunda “Ahıska
Ziyareti”nin olması ise daha heyecan verici. Allah (c. c.) sizlerden razı
olsun!.. Türkiye gerçekten güzel bir ülke. Hatta uçaktan bakınca sema’dan daha
güzel gözüküyor her taraf. Ayasofya’nın, Sultan Ahmed Camiileri’nin olması ise İstanbul’a
başka bir güzellik katıyor. İnşallah oraları yakından görmek bizlere de nasip
olur.
Ha birde bu Osmanlı Türkleri’nde şunu
gördüm. (“Osmanlı Türkleri” tabiri de dikkatimizi
çekti açıkçası. Hâlbuki biz Ahıskalılarda bir anlamda Osmanlı bâkiyesiyiz.
Öğretmen kardeşimiz muhtemeldir ki tarihe tam vâkıf değildir. Program sonunda
bizlerinde “Osmanlı’dan Zorla Koparılan Türkler” olduğumuzu itiraf edecektir
illa ki.) Çok cana yakın insanlar. Hatta
sürücüleri dahi çok mülayim insanlar. Bizim oradakiler gibi agresif/saldırgan
değiller. Bizim sürücüler yaya geçidinde Allah’tan korkmazsa seni ezer,
arkasına bakmadan çeker gider. Âdeta bedevi insanlar. Orijinal tabiriyle
‘dikiy’ insanlar.”
Daha sonra konu
nasıl döndü dolaştı askerliğe geldi ve tarihe altın harflerle yazılacak şu
hatırasını anlattı genç öğretmen kardeşimiz:
-
“Askerdeyim. Rus komutan bana dedi ki ‘seni Ermenistan’a göndereceğim.’ Ben
kesin bir üslupla ‘Ermeniler biz Türklerin düşmanıdır. Siz bunu daha iyi
biliyorsunuz. Bir Türk Ermeni toprağını asla korumaz. Kesinlikle gitmem… Şayet
zorla gönderirseniz bu sefer Türkiye’ye kaçarım.’ Benin bu konuda ne kadar
ciddi olduğumu anlayınca ‘sen başımıza bela mısın’ diyerek göndermekten
vazgeçti.”
Evet, gerçekten asil
bir duruş sergilemiş genç kardeşimiz. Gazi Mustafa Kemal; “Muhtaç olduğun kudret,
damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
derken bu kanı mı kastediyordu bilemeyiz amma Namık Kemal: “Ecdâdımızın
heybeti ma'rûf-u cihândır, / Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır” derken, sanki bu asil duruşu
özetliyordu. BAŞKA SÖZE NE HÂCET!..
Konu askerlikten açılmışken son olarak mevzuyla
ilgili bir hatıramız’la nihayete erdirmek isteriz. Nasıl olsa mevzu askerlik
olunca herkesin anlatacağı bir hatırası vardır elbet. Hatta itiraf edelim ki,
altı ay veya bir yıl askerlik yaparız kahramanlık öykülerini bir ömür boyu
anlatırız. Tabii ki bu da Türk olmanın bir gereğidir diyelim ve gelelim
hatıraya.
Yıl 2001. Tam bir
haftalık (askeriye olduğu için kesin rakam) mezuniyet sonrası askeri üs’e geri
dönüyordum. Yolu yarı etmiştik ki, üst düzey rütbeli birisi (Mayor) minibüse
bindi ve benim oturduğum arka koltuğa doğru ilerleyerek yanıma oturdu. Tabii
ben biraz tedirgin oldum. Nasıl olsa yanında ki bir komutandı. Askeri bir
kıyafette görünce komutana yakışır bir edayla:
- “ Selam asker!..” Ürkek bir sesle:
- Selam…
- “Nereye gidiyorsun asker!?..”
- Qazakh Askeri Üssüne komutanım!
- Nerelisin asker!? (Her soruda da asker kelimesini tekrar
ediyordu nedense)
- Saatlı’da yaşayan Ahıskalı Türklerdenim
komutanım! Biraz duraklar gibi
oldu sonra Ahıskalıları tanıyormuş gibi başını sallayarak bir “Hmm”
çekti.
- “Komutan nasıl olsa bizleri tanımıyor. Oh
be! Soru yağmurundan kurtuldum” diye
içimden geçirirken şu can alıcı soruyu sorunca adeta tokadı yedim yüzüme:
- Sen biliyor musun Ermeni Taşnakları siz
Anadolu Türklüğünün, özellikle de Ahıskalıların üç kez düşmanınız?.. Bu beklenmedik soru karşısında adeta dona
kalmış ve yine ürkek bir ses tonuyla sadece -Bilmiyorum komutanım diyebilmiştim.
Sağ tarafımda oturan
komutan anınca celallendi ve celalli suratıyla yüzüme bakarak şu tarihi sözleri
kalbime nakşetti:
- “Bileceksin, öğreneceksin asker!..
Tarihini bilmezsen aynı olayları bir daha, bir daha yaşarsın… Bileceksin Ermeni
kimdir, Türkler kimdir?.. Sovyet bize tarihimizi kısmen unutturdu faturasını
1992’de Hocalı’yla ödedik…”
O gün kendimden o
kadar utanmıştım ki belki de ilk kez “keşke yer yarılsaydı da yerin dibine
girseydim” diye geçirmiştim içimden. Hayatım boyu hiç unutamayacağım bu
dertli komutan bana gayet güzel bir “ders” vermişti.
Aradan yıllar geçti… Ahıska tarihini
araştırdık, gördük ve tarihe şahitlik ettik ki komutan; “ERMENİLER SİZİN ÜÇ KEZ
DÜŞMANINIZDIR” derken ne kadar da haklıymış meğer. Nasıl mı? Buyurun:
1. 1828 - 1829 Osmanlı - Rus Savaşı ve Ahıska’da
Ermeni Düşmanlığı…
2. 1914 - 1923 Birinci Dünya Savaşı, Milli
Mücadele ve Ahıska ve Anadolu’da Ermeni Düşmanlığı. Özellikle de “1918 Kars
Kalo/Derecik Köyü Ermeni” Mezalimi…
3. 1988 - 1994 Azerbaycan Karabağ
Sorunu/Savaşları ve Ermeni Düşmanlığı/Mezâlimi... Özellikle de 26 Şubat 1992
Hocalı Mezalimi…
Evet, tarih böyle
bir şey işte… Hülâsa:
“Tarih canlı bir olgudur…”
“Tarih evrenin vicdanıdır…”
“Tarih milletlerin hafızasıdır…”
“Tarihsiz toplumlar ‘talihsiz’ toplumlardır…”
“Tarihini kaybeden milletler, hafızasını
kaybetmiş sayılır…”
Ve son olarak: “TARİH GEÇMİŞLE İLGİLENİR AMA GELECEĞİMİZİ BELİRLER.” Belki de bu
yüzdendir ki ecdâd ise tarihin tarifini şöyle verir:
“TARİH
İLMİ, FÂİDESİ HERKESE ŞAMİL OLAN BİR İLİMDİR. ULEMÂNIN ZEKÂSINI ARTIRMAKTA,
FUKAHÂYI UYARIP BASİRET GÖZÜNÜ AÇMAKTA, ÂVÂMI ESKİ BİLGİLERE, HAVÂSI DA GİZLİ
SIRLARA VÂSIL ETMEKTEDİR...”