22 Ocak 2017 Pazar

Değişen Dünya, İnsan ve Değişmeyen Bilinç

Mustafa Selman
mustafa@turkata.com

Yeryüzünün sancısı yaratıldığı gün başladı. Özlem duydu her zaman; olmadığı ve asıl öz’ün kendisine. Ve insan yeryüzünün başkahramanıydı, yeryüzünü bu durum rahatlatmıştı.
Kim ister ki yalnızlığı, bir başına yaşamayı, kim ister ki yeryüzünün yüzündeki üzüntüyü görmeyi ve kim ister ki yokluğun o inanılmaz acısını içerisinde yaşamayı. Evet bunların tümüne insan talip oldu. Acıyı da yokluğu da, üzüntüyü de hasreti de kendi heybesine almayı ve bunlarla baş etmeyi kendi rızasıyla kabullendi.
İnsan; erkek’te kadın’da aynı manaya gelir. İnsan ki olgunlaşan, yeryüzünün, evrenin derdini içinde taşıyabilen ve bunu sadece kendine sorun eden herkesin ortak nitelendirilmesidir. Zor olanın bu değerlerin taşınması değil, zor olan sorun edilenler ile Bir’e ulaşmayı amaçlamak. Oluşturulan, yaratılan ve düşüncelere hapsolan her olgu, durum ve nesne; işte bu Bir’i açıklamaya ve yeryüzünün acısını dindirip, on bir nebzede olsa güldürmektir. Yeryüzü milyar yıldır devam ediyor işleyişine, ve insan devam ediyor yaşamaya yeryüzünün sancısıyla birlikte. Çekilmez dert olanı çekilir derde dönüştürmek insan işi, insan hüneri, bunu yaratıcı sadece insana vermişti. Ve insan bunun idrakini/bilincini ölümüne yakın bir anda yakalaması acizliğin ve şaşkınlığın kesin kanıtıydı. Bu kadar sarhoş yaşamak ve bilinçsiz bir nefesler furyasından kurtulmak için reçeteler vardır. Aslında teşhis edilen hastalıkların tek bir nedeni bulunmakta;öz’ün bilincini değişime karşı savunamama ya da değişimi özün bilincine tercih etme. İnsanların bir araya gelip yaşantılarını anlamlı kılmaya çalıştıkları, iletişim ve etkileşim gereksinimlerini gidermek için toplum denen bir nesneyi üretilmiştir. Yaşamın mutluluğa açılan, sevmeye sevilmeye açılan bir o kadar olumlu düşüncelerin geliştiği üretildiği toplum içerisinde bir o kadar da acıya, hasrete, hüzüne, kıskançlığa, kötülüğe açılan olumsuz düşüncelerinde gelişebileceği gerçeği vardır. İki düşünce tipi içerisinde insan sadece birini seçer/seçmeli  doğası gereği bunu yapar. Değişen yeryüzü, değişen insan öz’üne uysaydı iyi olana meyili olacaktı. Fakat değişim etkileyemediği hiçbir şey olmadığı gibi(değişimin kendisi ve öz bilinç hariç) karşısında hiçbir direnci kabul etmemektedir.
Değişime yönelik istek bizi öz’ün bilgisinden katman katman uzaklaştırıyor. Ve insan doğasına/öz yabancılaşıyor. Kendi olma duygusunu insandan ve dünyadan alan değişim bir kral edasıyla hükmetmekte ve yönetmektedir. Öz’ün de hür olan bu iki unsur, artık değişimin kölesi olmuşlardır. Aslında olana asl olana yönelmek zordur, en zor yolculuk iç’e(öz’e) yapılan yolculuktur. Ve varış noktasının kararını şoför olan kendiniz vermekte. Değişimin tuzaklarına takılanlar ise adeta karadelik gibi olan ve her şeyin öz bilincini değiştirmeye çalışan değişimin kurbanı olurlar. Ve bu kötü durumun farkına; daha önce de belirtildiği gibi ölümüne yakın anlaşılıyor. Bu anlayış insan için çok geç ve gereksizdir.



Biz, biz olmaktan çıkıyorduk ve modernleşmenin kıskacı içerisinde birer birer birey oluyoruz. Dayanışma yok oluyor, samimiyet yok oluyor, “biz” kimliğinden uzaklaşılıyor. Pazarlar artıyor, fakat emperyalizm de artıyor. Toplumu, yeryüzünün işleyişini ve kurulması gereken bağlantıyı da değiştirmektedir ve hepsinin yerine yeni icatlar yerleştirilmektedir. Öz’den uzaklaştıkça, öz’e hasret duyulmaktadır. İşin garibi şu nokta ki; uzaklaşılan öz’e yaklaşmak için türlü çabalar sarfedilmektedir. Bu duruma öz’ün trajedisi denilebilir ya da öz’ün bilgisine olan vuslat. Günümüz yaşantısında zaman ve mekan da öz bilgisinin değişiminden nasibini almıştır. Nitekim zaman  bireyin kendine ait olan bir değer ve kullanımının kararını bizzat kendi vermekte iken, günümüz değişken yeryüzünde bireye hükmeden bir zaman olmuştur. Eğer ki öz bilgisine ulaşamadığımız ya da öz bilgisini kontrol edemediğimiz durum karşısında, birey durum karşısında pasif kalarak; durum birey üzerinde hegemonya kurar. Bireysel bilinç bilgisi yok olur. Kukla, köle vs. dediğimiz tabirler üretilmiş ve insanlara giydirilmiş olur. Mekanın bilgeliği vardır. İnsana hükmeder. İnsanı hizaya çeker ve yola getirir. Şehre kafa tutan mekanlar, yeryüzüne bir mucizenin tezahürüdür. Yeryüzü aslında korkaktır mekan karşısında, mekanın bilincine el atan modernizm burada değişiklikler yapmaya ve mekanın öz bilincini değiştirmeye çalışır. Peki mekanın öz bilinci nedir? Mekan; içerisinde canlılık belirtilerinin yaşandığı, bir kültürü, bir aidiyeti hissettiren ve yaşatan durumları kapsayan bir kavramdır. İnsan bir mekan, kütüphane bir mekan, yeryüzü bir mekan. Yaşam ise anlık mekansal değişiklikler üzerinden devam eden bir döngü (sınırlı bir döngü). Ne yazık ki değişimin eli apokalips gibi yeryüzü dahil her tarafı, özellikle insanı kuşatmıştır. Ve önemli bir gelişme olarak her şey kendi öz bilgisine yabancılaşmış ve sancılar ve ızdıraplar içerisinde aranmaktadır.