9 Nisan 2015 Perşembe

Doğu Türkistan'da Çin Asimilasyon ve Soykırımı

Çin’in Uygur Türklerine yönelik baskı ve şiddet politikaları dünya ölçeğinde büyük tepkilere neden oluyor. Çin ise tepkiler karşısında geri adım atmak yerine sindirme ve asimilasyon politikalarını artırarak sürdürüyor. Çin’in Uygurlara uyguladığı baskı insani dramlara da neden oluyor.


Çin’in eleştirilere neden olan politikaların ve baskıların en ağır biçimde hissedildiği bölge Doğu Türkistan coğrafyası. Uygur Özerk Bölgesi, kültürel kimliklerine yönelik baskılarla karşı karşıya. Özerk bölgenin nüfus yapısı da Çin tarafından sistematik bir şekilde değiştiriliyor.

Tarihi Türkistan coğrafyasının bugün Çin sınırları içinde kalan doğu bölümü Sincan Uygur Özerk bölgesi olarak biliniyor. Çin’in kuzeybatısındaki özerk bölgenin yüzölçümü yaklaşık 1 milyon 600 bin kilometre kare.

Geniş bir coğrafyaya yayılan bölge bugün Rusya, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan ile komşu durumda. 21.5 milyon nüfuslu özerk bölgede çoğunluğu Uygur Türkleri oluşturuyor. Uygur Türklerinin nüfusa oranı yüzde 45. İkinci sırada ise yüzde 41’lik bir oranla Han Çinlileri geliyor.

Pekin yönetiminin “Hanlılaştırma” politikası yüzünden bölgenin demografik yapısı son 50 yıl içinde dramatik bir şekilde değişti. Bölgede aynı zamanda Kazak, Kırgız ve Moğol kökenli gruplar da yaşıyor. Bu etnik gruplara ait 5 ayrı özerk yapı daha bulunuyor. Tarihin çeşitli dönemlerinde bağımsız olan Doğu Türkistan, özellikle 19 ve 20. yüzyıllarda Çin ile Rusya’nın hâkimiyet mücadelesine tanık oldu.

1878’de Çin tarafından işgal edilen bölge, “yeni topraklar” anlamına gelen “Sincan” ismiyle doğrudan imparatorluğa bağlandı. 1944 yılında ilan edilen “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” ise 5 yıl sonra komünist idareye bağlı Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun bölgeye girmesiyle son buldu.

O dönem baskılardan kaçan binlerce Uygur Türk’ü Himalayalar’ı aşarak doğduğu toprakları terk etti. Bu insanların önemli bir bölümü bugün halen Türkiye’de hayatını sürdürüyor. Bugünkü Uygur Özerk Bölgesi’nin başkenti Urumçi.

Türk tarihinin önemli kültür merkezlerinden Kaşgar da özerk bölgenin sınırları içerisinde. Şehir, Kaşgarlı Mahmud ve Yusuf Has Hacib’in türbelerine ev sahipliği yapıyor. Bölge başta petrol ve kömür olmak üzere önemli yeraltı kaynaklarına sahip. Bölgedeki kaynaklar enerji sıkıntısı çeken Çin için büyük önem taşıyor. Ancak bölgenin kaynaklarının bölgeye aktarılmaması tepkilere yol açıyor.

Uygur Türklerinin en önemli sorunları kültürel kimlik üzerinde kurulan baskılar ve Uygurca eğitime getirilen sınırlamalar. Başkent Urumçi 5 Temmuz 2009’da Uygur Türklerinin barışçıl gösterilerine sahne olmuş ancak Han Çinlilerin müdahalesi sonucu çıkan olaylarda 197 kişi hayatını kaybetmişti.

Uygur Bölgesi’nde Ramazan ayından bu yana tansiyon yeniden yükseldi. Kaşgar’a bağlı Yarkent çevresindeki köyler kuşatılırken, gösterilere katılan yüzlerce kişi gözaltına alındı. Pekin yönetiminin, dünya basınına uyguladığı bölgeye giriş yasağı nedeniyle Uygur bölgesinde nelerin yaşandığına dair kesin bilgilere ulaşılamıyor.

BÖLGEDE YASAKLAR ARTARAK DEVAM EDİYOR

Uygur Özerk Bölgesinde yaşayan Müslümanlara yönelik yasaklar artarak devam ediyor. Pekin yönetimi Ramazanda oruç tutma yasağı gibi uygulamalarıyla eleştiriliyordu. Bunun son örneği ise sakal yasağı oldu. Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’nde Uygur bir çift, sakal bırakmak ve burka giymekten dolayı hapis cezası aldı.

Çin medyasının yerel halk mahkemesi yetkililerine dayandırarak verdiği habere göre, eyaletin Kaşgar kentinde, sakal bırakmak ve burka giymekten ötürü uyarılan çiftin, bulundukları hal üzerine devam ederek, “Toplumda huzuru bozucu ve provokasyon etkisi yapabilecek eylemde bulunma” gerekçesiyle hapis cezası aldığı belirtildi.

Bölgedeki yerel mahkeme, 38 yaşındaki kişiye sakal uzatmaktan dolayı 6 yıl hapis cezası verirken, eşi ise burka giymekten 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ceza alanların kimlikleriyle ilgili detaylı bilgi ise medyaya yansımadı. Bölgede, geçen yıldan bu yana yasağa karşı gelmekten birçok kişinin soruşturma altında olduğu ifade edildi.

Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’nde başlatılan kampanya çerçevesinde geçen yıl sakal uzatmak ve burka giymek yasaklanmış, halka peçe takmama ve başını örtmeme uyarısı yapılmıştı. Çin’de geçen yılın başında yürürlüğe giren terörle mücadele yasası kapsamında Uygur Özerk Bölgesi başta olmak üzere birçok bölgede geniş güvenlik önlemleri alınırken, uluslararası gözlemci kuruluş ve yabancı gazeteciler, eyalette “güvenlik gerekçeleri” nedeniyle bağımsız çalışmalarda bulunamıyor.

Bu nedenle Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşananlara dair haber kaynakları kısıtlı. Zira Pekin yönetimi, dünya basının bölgeye gitmesine müsaade etmiyor. Bölgeyle ilgili haberler dünyaya daha çok Çin’in resmi haber ajanslarının aktardığı bilgilerle yansıyor.

Yaşanan gerilim başkent Urumçi sokaklarına pek yansıması da, başta Kaşgar olmak üzere bölgedeki diğer kentlerde, özellikle de kırsal alanlarda sistematik baskının arttığı yönünde işaretler var. Yurt dışında yaşayan Uygur Türkleri, bölgedeki yakınlarına dayanarak verdikleri bilgide, Müslümanlara yönelik kılık kıyafet yasaklarının ve seyahat kısıtlamalarının arttığına vurgu yapıyor.

Bu arada, pek çok bölgede telefon ve internet bağlantısı konusunda da kısıtlamalar yaşandığı ifade ediliyor. Uygur Türkleri, kendi topraklarında geleneklerini yaşayamamaktan şikâyetçi. Pekin yönetimi; 18 yaşından küçükler, işçi ve memurlar, kadınlar ve öğrencilere camiye giriş yasağı getirmiş durumda. Seyahat özgürlüğü olmadığı için pasaport alamayan bölgedeki Müslüman halk hacca da gidemiyor.

Yaşanan en büyük sorunlardan biri de Çin’in nükleer denemeleri. 1966-1997 yılları arasında bölgede onlarca nükleer deneme yapıldığı tahmin ediliyor. Bu denemelerin insan sağlığı üzerindeki kötü etkileri halen sürüyor. Bölgede 1985 yılından bu yana geçerli uygulamaya göre şehirde yaşayanlara bir çocuk, kırsalda yaşayanlara iki çocuk sahibi olma kotası konuldu. Yasağa uymadığı gerekçesiyle doğumuna kısa süre kalan kadınlara bile zorla kürtaj yaptırıldığı bölgeden gelen haberler arasında.

TERÖR VE İDAM TARTIŞMASI

Dünyada idam cezası konusunda eleştirilen ülkelerin başında Çin geliyor. Çin, idam politikasını sadece güvenlik kaygısı değil politik amaçları doğrultusunda uygulamakla sık sık eleştiriliyor. Uygur Özerk bölgesinde yaşayan halk da söz konusu politikalardan nasibini alıyor.

Çin yönetimi, ülkenin pek çok bölgesinde olduğu gibi Uygur Özerk bölgesinde de idam politikasını ödünsüz bir şekilde sürdürüyor. Geçen yıl Çin’de Kunming Tren İstasyonuna düzenlenen saldırıya katılmakla suçlanan 3 kişi Mart ayı sonunda idam edildi.

Uzun bıçaklarla gerçekleştirilen saldırılarda 31 kişi hayatını kaybetmiş, 4 saldırgan polis tarafından vurularak öldürülmüştü. Hamile bir kadın olan 5’inci saldırgan ise canlı yakalanmıştı. Patigül Tohti adlı kadın ömür boyu hapse mahkûm edildi.

İnfazdan sonra açıklama yapan Kunming Mahkemesi idam edilen 3 kişinin adlarını İskender Ahat, Turgun Tohtunyaz ve Hüseyin Muhammed olarak açıkladı. 3 saldırgan Eylül ayında cinayet ve terör örgütü üyesi olmak suçlarından idama mahkûm olmuştu. Çin yönetimi bölgedeki militan gruplarının nasıl organize oldukları ya da yabancı örgütlerle bağlantıları olup olmadığı konusunda somut açıklama yapmıyor.

İnsan hakları örgütlerinin bu konudaki yorumu ise bölgedeki huzursuzluğa, ekonomik eşitsizliğin ve Uygurların kültürel ve dini baskıya maruz kalmalarının yol açtığı yönünde. Gerekçesi ne olursa olsun Urumçi’deki saldırı, Çin güvenlik birimlerinin güvenlik ihmalini de ortaya koydu. Saldırı sonrasında harekete geçen Çin Kamu Güvenliği Bakanlığı, güvenlik güçlerinin ülke genelinde bir yıl boyunca “terörle mücadele operasyonları” yapacağını açıklamıştı.

Bakanlık stratejisi çerçevesinde ülke genelinde güvenlik güçlerinin şüpheli durum ve şiddet unsurlarıyla alakalı bilgileri bir havuzda toplayacağı ifade edildi. Farklı eyaletlerdeki güvenlik güçlerinin demiryolları ve havalimanları gibi ulaşım ağlarında işbirliğini güçlendireceği, kalabalık bölgelerde silahlı devriyelerin ve güvenlik kontrollerinin artacağı kaydedildi.

İNSAN HAKLARI KURULUŞLARINDAN ÇİN’E ELEŞTİRİ

Küresel ekonomideki ağırlığını her geçen yıl arttıran Çin Halk Cumhuriyeti, insan hakları konusunda pek çok eleştiriye maruz kalıyor. İdam, sistematik işkence, azınlıkların baskı altında tutulması, bağımsız medya ve insan hakları savunucularına yönelik tavizsiz politikalar. Çin yönetimine insan hakları kuruluşları tarafından yöneltilen eleştirilerin başında bunlar geliyor.

Bu başlıklar, insan hakları raporlarında sıklıkla yer alsa da, hiçbiri hakkında tahminler ötesinde, net bilgilere ulaşmak mümkün değil. Zira pekin yönetimi bu bilgileri kamuoyu ile paylaşmıyor. Çin’de din ve inanç özgürlüğü de sansüre uğruyor. Camilerde, kiliselerde ve tapınaklarda dini anlatmak ve öğretmek yasak.

Özellikle Tibet ve Uygur Türklerine yönelik politikaları tepkiye neden olan Pekin hükümeti, uluslararası kamuoyunun uyarılarını da duymazdan geliyor. Dünya Uygur Kongresi’nin yayınladığı bir rapor, Pekin yönetiminin uygulamaya koyduğu yeni terörle mücadele yasasının, azınlıklara karşı nasıl bir baskı aracına dönüştüğüne değiniyor. Merkezi Münih’te bulunan Dünya Uygur Kongresi’nin, “2014 Doğu Türkistan’da İnsan Hakları İhlalleri” adlı raporuna göre, bölgedeki tutuklamaların sayısı bir önceki yıla oranla iki kat artış gösterdi.

Uygur Özerk bölgesinde herhangi bir neden gösterilmeden tutuklanan kişi sayısı 27 bin 164 olarak açıklandı. Bölgede dini özgürlükler de kısıtlanıyor. Muhalif isimlere uygulanan baskı politikaları da söz konusu raporda yerini aldı. “Bölücülük” suçlamasıyla yargılanan Uygur akademisyen İlham Tohti’ye ömür boyu hapis cezasının verilmesi, Çin hukuk sistemindeki önyargıların da en net göstergesi olarak değerlendirildi.

Çin’in bu ve benzeri politikalarına yönelik son eleştiri Birleşmiş Milletler’den geldi. Birleşmiş Milletler Din ve İnanç Özgürlüğü Özel Raportörü Heiner Bielefeldt, Çin’in, Uygur Özerk bölgesinde yaşayan Müslüman Uygurlara yönelik muamelesinin “büyük bir sorun” olduğunu söyledi.

BM Raportörü konu ile ilgili açıklamasında “Taciz hakkında çok rahatsız edici anlatımlar duyuyorum; örneğin Ramazan’da, okullarda çocuklardan oruçlarını bozmaları istendiği şeklindeki baskılar gibi” dedi. BM yetkilisi, bölgeyi ziyaret etmek için bulundukları girişimlere Pekin yönetiminin olumlu yanıt vermediğini de ifade etti. Çin Dışişleri Bakanlığı ise yaptığı açıklamalarda hükümetin din özgürlüğüne çok önem verdiğini savunurken, dini baskı iddialarının “temelsiz” olduğunu belirtiyor.

NÜFUS POLİTİKALARI GERİLİMİ ARTTIRIYOR

Çin’in Sincan – Uygur Özerk bölgesine yönelik nüfus politikaları bölgede gerilimi arttıran en önemli nedenlerden. Uygur Türkleri ve Han Çinlileri arasındaki gerilim zaman zaman çatışmaya dönüşüyor.

Uygur kaynaklarına göre, Çin’de devrimden bu yana uygulanan “Hanlılaştırma” siyaseti, bölgenin demografik yapısını değiştiren başlıca etken. Özellikle hızla sanayileşen kent merkezlerinde yoğun bir Çinli göçmen nüfus yaşıyor. Uygur Türkleri ise daha çok kent merkezlerinden uzakta kırsal alanlarda yaşamaya zorlanıyor.

Bu durumun bölgedeki sosyal dengeleri bozduğuna ve etnik kökene dayalı sınıfsal farklar meydana getirdiğine de dikkat çekiliyor. Çinli nüfus ile bölgenin yerli halkı olan Uygur Türkleri arasında da zaman zaman tansiyon yükseliyor. 2009 yılında başkent Urumçi’de yaşanan şiddet olaylarında 197 kişi yaşamını yitirmişti. Yaşanan olayların faturası yine Uygur Türklerine kesilmiş ve onlarca Uygur Türk’ü idam edilmişti.

Bölgede Çin güvenlik güçleri Uygur Türklerine yönelik saldırı ve baskılarını son günlerde artırmaya başladı. Yaşanan olaylar, Çin medyasının uyguladığı sansür yüzünden dünyaya geç ulaşıyor. Yaşanan son gerilimin tarihi 12 Mart. Çıkan olaylar sırasında iki Çinli hayatını kaybederken, dört Uygur Türkü de Çin polisi tarafından vurularak öldürüldü.

Bölgeden gelen bilgiler, olayın bir kumarhanenin önünde meydana geldiği yönünde. Hanlılarla Uygurlar arasında çıkan tartışmanın bıçaklı kavgaya dönmesi sonucu 2 Çinli hayatını kaybederken 8’i de yaralandı. Bölgeye gelen Çin polisinin Uygur Türklerine silahlı müdahalede bulunduğu ve olaya karışan altı Uygur’dan dördünü öldürdüğü, ikisini de ağır yaraladığı belirtildi. Çin yönetimi, bölgede yaşanan olaylarla ilgili resmi bir açıklama yapmadı.

KENTSEL DÖNÜŞÜM TARİHİ ZEDELİYOR

Pekin yönetimi, Türk tarihinin en önemli merkezlerinden Kaşgar’da 2010 yılında başlayan ve 2015’te sona ereceği açıklanan kentsel dönüşüm çalışmalarını sürdürüyor. Ancak tarihi dokunun ve kültürel mirasın sistematik olarak yok edildiği iddiaları da gündemde.

Tanrı Dağları’nın eteğindeki Kaşgar, tarihi dokusu, mimarisi, geleneksel pazarları ve sokak berberleriyle sanki zamanın durduğu bir şehir. Yusuf Has Hacib ve Kaşgarlı Mahmut gibi Türk tarihinin önemli isimlerinin türbelerine de ev sahipliği yapan şehir, bugün Çin’e bağlı Uygur Özerk Bölgesi’nin sınırları içinde.

Kent 2003 yılının Şubat ayında meydana gelen depremde büyük zarar görmüş, Kaşgar ve çevresinde binlerce insan evsiz kalmıştı. Bölgenin deprem kuşağında olması, Çin yönetimini harekete geçirdi. 2010 yılının Ağustos ayında 8 bakanlık ortaklaşa bir renovasyon planı hazırladı. Plana göre 5 milyon metrekarelik bir alanda, 28 ayrı mahallede, 49 bin 83 ev yıkılacak ve yeniden inşa edilecek.

Çalışmaların 5 yıl içinde tamamlanması planlandı. Bu süreç içerisinde Kaşgar sokaklarında yıkım ekipleri ve buldozerler eksik olmadı. 65 bin ev yıkıldı ve 220 bin Uygur yerlerinden göç ettirildi. Uygulanan kentsel dönüşüm projesi, Uygur Türklerine ait tarihi dokunun yok edildiği yönündeki eleştirilerine neden oldu.

Çinli yetkililer ise dönüşümün tarihi dokuya sadık kalınarak yapıldığını savunuyor. Yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalanlar ise bu projenin Pekin Yönetimi’nin yeni aldatmacası olduğu görüşünde. Onlara göre kentin tarihi dokusuyla beraber demografik yapı da değişti.

BASKI DRAMLARA NEDEN OLUYOR

Çin’in Uygurlara uyguladığı baskı insani dramlara da neden oluyor. Zulümden kaçan bir Uygur ailesi sığındıkları Tayland’da bir yılı aşkın süredir hapishanede gözaltında tutuluyor. Aile bireylerine Türk vatandaşlığı verilmesi de bir çözüm olmadı.

Türkiye, geçen yıl ormandaki bir kampta bulunan 17 Uygur’a Türkiye pasaportu vermişti. Uygurlar ayrıca Türkiye’ye davet edilmişti. Türkiye pasaportları ve Türkiye’ye seyahat izinleri olduğunu söyleyen grup gözaltı koşullarının “kabul edilemez” olduğunu vurgulamış ve Tayland’da dava açmıştı. Çin ise Türkiye’nin hamlesini eleştirmiş ve Tayland’ın bu grupla birlikte ülkede bulunan 300’den fazla Uygur’u iade etmesini istemişti.

Gözaltındaki ailenin durumu, bir yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Mahkeme geçtiğimiz günlerde yapılan son itirazı da reddetti. Çin ve Türkiye arasında tartışma konusu olan Uygurların kimlikleri konusunda ise bir karar çıkmadı. Bu durumdan en büyük zararı hapishanede doğan iki masum çocuk görüyor.

Uygurların avukatı Worasit Piriyawiboon müvekkillerinin isteklerini ve yaşadıkları sıkıntıları şu ifadelerle anlattı: “Uygur ailesi bir baba, anne ve onların biri hapishanede doğmuş iki çocuklarıyla birlikte, babanın iki kız kardeşi ve onların çocuklarından oluşuyor. Kendileri Türkiye vatandaşları. Tek istedikleri ise Türkiye’de çocuklarının okula giderek sağlıklı bir yaşam sürmesi. Çocuklardan ikisi hapishanede doğdu. Hala da orada tutuluyorlar. Polis onların bırakılmayacağını söylüyor. En can sıkıcı konu ise hapishanede doğdular ve tüm masraflarını kendileri karşılamak zorunda.”

Bu mahkeme Uygurların geçen sene onurlu bir yaşam sürmek için çıktıkları yolda Uygur ailenin geleceği hakkındaki son kararı verecek. O güne kadarsa aile zor şartlar altında hayat savaşı vermeye devam edecek.

UYGURLAR(DOĞU TÜRKİSTAN'(SİNCAN)’DAN GÖÇ EDİYOR

Çin’in Sincan Uygur bölgesindeki politikaları nedeniyle 1950’den itibaren birçok Uygur ülkelerinden ayrılarak Orta Asya ülkelerine göç etmeye başladı. Uygurların sığındıkları ülkelerden biri de Kırgızistan oldu. Farklı zamanlarda yaşanan göç dalgası sonucu günümüzde Kırgızistan’da yaklaşık 70 bin Uygur kökenli Kırgızistan vatandaşı yaşıyor.

Kırgızistan’da, 1950’li yıllarda başlayarak faklı zamanlarda yaşanan göçler sonucu, belirgin bir Uygur nüfus oluştu. Uygurların Kırgızistan’a ilk yerleşmeleri 1881-1883 yılları arasında gerçekleşti. Ancak bugün sayıları 70 bine ulaşan Uygurların büyük göçü 1950 yılı sonrasında yaşandı.

Yasin Mahmudi, 1958 yılında bir toplantıda yaptığı konuşmanın ardından 1959’da tek başına ülkeyi terk edip Kırgızistan’a göç eden bir Uygur. Bugün 83 yaşında olan Mahmudi, Kırgızistan’a geldiğinde, Sovyet hükümeti tarafından önce Frunze fabrikasında işe alındı. Burada 13 yıl çalışan Mahmudi, sağlık sorunu nedeniyle iş değiştirip 40 yıl süreyle Kırgız demiryolunda çalışıp emekli oldu.

İşyerinin de desteğiyle babası ve ailesini diğer üyelerini de Kırgızistan’a getirten Yasin Mahmudi, 6 çocuk, 20 torun ve 4 torun çocuğuna sahip. Kırgızistan’da ünlü bir şair olan Mahmudi’nin vatan hasreti üzerine yazdığı 2 şiir kitabı bulunuyor. Yasin Mahmudi yaşadığı göçü ve çektiği acıları şu şekilde ifade etti:

“Ben 1959 yılının Nisan ayında tek başıma o bölgeden çıktım. Kırgızistan’a geldikten sonra bize yer verdiler, ev verdiler. Kırgızistan’da Uygurların yaşamadığı bir yer yok. Isık Göl, Kara Kol, Sokuluk ya da Oş. Her yerde Uygurlar var. Kırgızlar her zaman Uygurlara yardım etti. Aralarına aldılar, kapılarını açtılar. Sebebi ortak dili konuşuyor olmamızdı. Bazıları çayını yemeğini verdi, giyimi olmayanlara giysi verdi, iş verdi. Böylece Uygurlar ev kurup günlük yaşama uyum sağladılar.

Şimdi nasıl yaşıyorlar? Ben size bir şey anlatayım; ben şu an Bişkek’te yaşayan Uygurların tamamını tanıyorum. Bir tane yoksul Uygur yok. Uygurlardan binden fazla doktor, iki binden fazla sürücü yetişti. Zaten ülkede ticaretle ilgilenenlerin yüzde 50’si Uygurlardır. Gıda sektöründe, mutfaklarda çalışanların yarısı Uygurlardır. Uygur kökenli olup işsiz olan bir tek kişi bile yok. Bugün Uygur kökenlilere gidip Kırgızistan için ne düşünüyorsunuz diye sorarsanız ‘Yaşasın Kırgızistan’ derler.”

Günümüzde Kırgızistan’daki Uygur nüfusun sayısı resmi verilere göre 48 bini buluyor. Ancak, gayri resmi kaynaklara göre bu sayı yaklaşık 70 bin dolayında bulunuyor. Daha çok ticaret, gıda ve tarım alanlarında faal olan Uygur azınlık, 1989 yılında ‘İttipak’ adlı bir dernek etrafında birbirleriyle iletişim içinde kültürel varlıklarını koruyor.

İttipak Birliği Başkanı Artık Hocayev, oluşumla alakalı olarak şu ifadeleri kullandı: “Kırgızistan’daki Uygurların ‘İttipak’ cemaati 17 Aralık 1989 tarihinde kuruldu. Kırgızistan’da şu an yaşamakta olan Uygurların resmi sayısı 48 bini aşıyor. Burada, Kırgızistan’ımız, vatanımız diyerek yaşamakta olan Uygurlar, ülkemizin gelişmesine, kalkınmasına ve tanınmasına büyük katkılar sağladı. Çünkü Kırgızistan’ın geçirdiği iyi ve kötü günlerde Uygurlar da birlikte oldu ve Kırgızistan’ın gelişmesine az da olsa katkı vermeye çalışıyor. Günümüzde Kırgızistan’da yaşayan Uygur azınlığın içinde, milletvekilleri, belediye meclisi üyeleri, tüccarlar var. Büyük fabrika ve işletmelerin başında duran yöneticilerimiz var. Bu nedenle de Uygurların Kırgızistan’ın gelişmesine çok değerli katkı verdiklerini söylemek isterim.”

Halen Kırgızistan vatandaşı olarak, Kırgızistan’da yaşamın her alanında varlık gösteren Uygurlar kendilerini Kırgızistan toplumunun bir parçası olarak görüyor. Hemen bütün kültürel etkinliklerde de Uygur renklerini görmek mümkün.

Kaynak:
www.uyghurnet.org