16 Mart 2015 Pazartesi

Çanakkale Hatıraları...

SARGI YERI

Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor… Bunlardan biri Lapseki’in Beybaş Köyü’dendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür
dudaklarından.
- Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım…Arkadaşıma ulaştırın…
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:
- Ben… Ben köylü m Lapsekili İbrahim onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin.
- Sen merak etme evladım, der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözüde:
- Söyleyin hakkını helal etsin, olur…
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getirilir. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşer. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılır. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz:
- Ben Beybaş Köyü’nden arkadaşım Halil’e 1 Mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.

ŞEMSİ NENE

1954 yılında Sındırgı’dan Balıkesir’e geldik. Babam memurdu. Alt katta ev sahibi yaşlı bir kadının oturduğu iki katlı bir evin üst katını kiraladık. Ev sahibine Şemsi Nene diyorduk. Yani ismi Güneş idi. Evlendiğinde 16 yaşında imiş. Evlendikten üç gün sonra kocası gönüllü ihtiyat zabiti yani yedek subay olarak Çanakkale’ye gitmiş. Nene, kocasının Çanakkale’den, cepheden kendisine yolladığı “Şems’im, güneş’im…” diye başlayan mektuplarını evinin duvarlarına ve pencerelerine yapıştırmıştı. Her sabah bu silik, sararmış mektupları birer kere okur, her birini karşısında şehit kocasının ruhuna fatihalar gönderir, diz çöker yarım bıraktığı yerden
kocasına hatim indirirdi.
Nene hiç sokağa çıkmazdı. “Kocam giderken gençsin, güzelsin, ne olur ben gelinceye kadar sokağa çıkma. Gözüm arkada kalmasın, dedi. Nasıl sokağa çıkarım?” diyordu. Yıllar sonra o evden cenazesinin çıktığını duydum.
Bir gün Şemsi Nene’yi beyaz bir gelinlik giymiş, boynuna iri incilerle dolu bir gerdanlık takmış, odasının köşesinde duran, o zamana kadar hiç oturmadığı hiç görmediğimiz bir sandalye üzerine otururken gördük. Babam: “Nene, nene pek süslenmişsin ya?” diye takıldı. Nene acı bir gülümsemeyle şu cevabı verdi: “Ben kocamla bugün evlendim. Bu inci yüz görümlüğüm. Gelinliğimi giydim. Kocamı bekliyorum.”
Kocasıyla evli kaldığı üç gün boyunca nene gelinlikle sandalyede kocasını bekledi. Ömür boyunca öyle yaptığını öğrendik.

“CEVDET DEDE” “BABAN GELİRSE BENİ HEMEN ÇAĞIR HA..!”

Balıkesir ’de Ali Sururi İlkokulu karşısındaki boşlukta, eski ayakkabı tamircisi, kır, pala bıyıklı bir ihtiyar olan Cevdet (Alkalp) dede vardı. Bir akşamüstü konu Çanakkale’ye gelince ağlamaya başladı. Ve devam etti…:
“Rahmetli babam, Hafız Ali Çanakkale’de kaldığında, anamın karnında yedi aylıkmışım. Onu hiç tanımadım. Bir fotoğrafı bile yoktu.
O günler çok zor günlerdi. Seferberliğin sıkıntıları, kuvayi milliye zamanı, işgal yılları, kurtuluş, yokluk, sıkıntı… Çocukluğumuz hep ekmek peşinde, sıkıntıyla geçti. Ama anam, benim çocukluğumdan itibaren her sokağa çıkışta, her nereye giderse yanıma gelir ve:
- Oğlum ben pazara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha..!
- Ben teyzenlere gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha..!
- Ben komşulara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha..! derdi.
Anam babamı bekledi durdu..
Büyüdüm, dükkân açtım.
Annem yine her bir yere gidişte dükkâna gelir, gideceği yeri söyler ve “Baban gelirse beni çağır ha..!” diye eklerdi. Aradan yıllar geçti. Anacığım ihtiyarladı. Gene hep değneğini kaparak bana gelir ve “Baban gelirse beni
çağır ha..!” diye tembihlerdi. Günü geldi ağırlaştı.Ölüm döşeğinde bizimle helalleşti.
“Bana iyi baktınız, hakkınızı helal edin” dedi.
Bana döndü yavaşça:
“Baban gelirse ona: ‘Annem hep seni bekledi’ de!” dedi.
Birden irkilerek doğruldu ve kapıya doğru gülümseyerek:
“Hoş geldin bey, Hoş geldin!” diyerek ruhunu teslim etti.”

GALATASARAY LISESI ÖĞRENCILERI

Bu vatan nasıl kurtulmuş. Vatana nasıl sahip çıkılmış. Ölünmesi gereken yerde Canla başla kendilerini feda eden tüm Çanakkale şehitlerine teşekkür ederiz. Nur İçinde yatın.
“Çanakkale gazilerinden en son kaybettiğimiz İvrindi’nin Mallıca köyünden Azman Dede idi. 1991 yılında 104 yaşında kaybettik. İki metrenin üzerinde boyu olduğu için ismi unutulmuş, Azman diye anılır olmuş. Azman Dede, Çanakkale denince hemen ağlamaya başlardı. Hep korkunç bir savaş gününü hatırlar, ağlardı. Bir gün önce yapılan bir hücumda bölüğündeki bütün arkadaşları şehit olmuş. Sadecekendisi ve yüzbaşı sağ kalabilmiş. Telefonla takviye istenir. Gece, Galatasaray Lisesinin gönüllü olarak harbe katılmış öğrencileri
doldurur siperi. Üzerlerinde asker elbiseleri vardır. Ama o kadar acele getirmişlerdir ki, hiç askeri eğitimleri yoktur. Tüfeklere mermi sürmesini, süngü takmasını bile bilmezler. Yüzbaşı ile Azman Dede gün doğmadan tüfeklerine mermi doldurmayı gösterirler, süngülerini takarlar. Gün doğmak üzeredir. Hücum anı beklenmektedir. Birden toplar patlamaya, yerden ateşler fışkırmaya, gök gürültü sünden korkunç sesler içinde siperlere taş, toprak , ceset parçaları düşmeye başlar. Bu çocuklar oyun sandıkları kavganın gerçeğini ancak o anda fark ederler. Makineli tüfek takırtıları, mermi vızıltıları arasında hep beraber siperin bir kenarına çekilip titreşerek beklemeye başlarlar. Bazıları donmuş kalmıştır. Birden içlerinden biri bir marş söylemeye başlar. Biraz sonra yavaş yavaş diğerleri de bu marşa katılırlar. Artık gerilmiş yay gibidirler.Hücum emri verilir. Siperden fırlarlar. O gün yüzbaşı ile birlikte hepsi orada şehit olur. Sadece Azman Dede sağ kalabilmiştir. Her Çanakkale’yi anlatışta: “Yüzleri hala gözlerimin önünde…” diye ağlar dururdu. Devletin bekası için, İstanbul’un korunması gerekmektedir.
Çanakkale bir ölüm makinesidir. İnsan öğütür. Düşman karşısında boşluk verilmemelidir. Burada birilerinin ölmesi gerekmektedir. Cephenin birkaç dakika daha direnebilmesi, arkadan gelenlerin yetişebilmesi için bu gencecik çocukların ölmesi gerekmektedir, ölürler.

KINALI ALİ

Üst tegmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftanda onlarla lafliyordu nerelisin gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü.
Merakla “adın ne senin evladim” der.
Çocuk “Ali” diye cevap verir.
Nerelisin? der.
Ali Tokat Zilede’ nim der.
“Peki evladim bu kafanın hali ne?”
Ali “anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım der.
Neden? der komutan .
Ali “bilmiyorum komutanım” der:
Peki gidebilirsin Kinali Ali” der.
O gunden sonra herkes ona Kinali Ali der. Herkes kafasındaki kınayla dalga gecer. Kısa sürede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanir. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali’nin okuma yazması da yoktur arkadaslarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Ali söyler arkadaşları yazar.
“sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burda çok iyiyim beni merak etmeyin” diye başlar.
Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeş ini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır.Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukca düşmanin bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır. Gururla
mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına NOT düşer: Ali’nin kendisinden hemen sonra askere gelicek bir kardeşi daha vardir.
“Anaciğım kafama kına yaktın burda komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakın kardeşim Ahmete de yakma onlada dalga geçmesinler der ellerinden öptüm” diye bitirir.
Aradan zaman geçer. İngilizler kati netice almak icin tüm güçleriyle Gelibolu”ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüşlerdi. Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onlarin sayılarıda epey azalmıştı gelibolu düşmek üzereydi kınalı Ali’nin komutanıda olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazir değildi. Onlar yeni gelmişti onları insan bedeninin sungu ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yere…… dua ediyordu
Komutanlarının bu düşünceli halini gören ve durumun ve hametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler.
Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir. İşte kalem bu anlari yazarken ne kadar çaresiz ve aciz kalıyor. Bu insaların bu kadar sevinçle çığlıklar atarak ölüme gittiklerine tanıklık edenler yıllar sonra yer kürede bir daha böyle bir olayın yaşanamayacağını söylemişlerdir. Kınalı Ali’nin bölüğünden kimse
sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur.
Aradan zaman gecer. Kınalı Ali’nin ailesine yazdiğı mektubun cevabı gelir. Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler. (Bu mektubun aslı Çanakkale muzesinde sergilenmektedir)
Babası anlatır Ali’ nin.
“Oğlum Ali nasılsın iyimisin gözlerinden öperim selam ederim dedikten sonra öküzü sattık paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireyede fazla ihtiyacimiz olmadığı için yorulmuyorumda siz sakın bizi merak etmeyin bizi düşünmeyin der köyü akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir. Ali ananında sana diyeceği bir şey var”
Anasını anlatır: ” oğlum Ali yazmışsinki kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşimede yakma demişsin kardeşinede yaktım komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler bizde 3 şeye kına yakarlar;
1- gelinlik kıza, gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye
2- kurbanlik koç’ a, ALLAHA kurban olsun diye
3- askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye…..
Gözlerinden öper selam ederim ALLAHA emanet olun”
Mektubu okuyan Ali’nin komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar…
Not: Bu yazının tamamı ve aslı Çanakkale Müzesinde sergilenmektedir